Meis Gezi Rehberi: Böyle Bir Rehbere İhtiyacınız Yok
Küçük Yunan Adası’nda ne var ne yok ?
Küçük Yunan Adası’nda ne var ne yok ?
Slovenya’nın yeşil başkenti Lubliyana iki gece üç günlük çok keyifli bir rota. Sadece bu şehri gezmekle kalmayıp günübirlik doğaya kaçış rotaları da ekleyebileceğiniz bu seyehat sizi fazlasıyla mutlu edecek.
Avusturya, İtalya ve Hırvatistan sınırına başkent Lubliyana’dan bir buçuksaatlik bir araba yolculuğuyla ulaşabileceğiniz küçük ülke Slovenya, buralara gelmişken sizi bu sınırları geçirmeye hiç niyetli değil. Çünkü size göstermek istediği çok fazla güzelliği var. Slovenya’da dört günümüzün ikisini başkent Lubliyana’ya ayırdık. Kalan iki günde de başkent dışında ne var ne yok diye bakmaya çalıştık.
azının başlığı kendini ele veriyor zaten. Evet, Porto’ya giderken en pöti karalisinden bir piknik örtüsü atmayı unutmayın valizlere. Yoksa tedarik için en yakın semt pazarına bir uğrayın gitmeden. Anladık ki Porto’nun parkı, bahçesi pek bol. Şehir manzaralı mı istersiniz, biraz nehir görsün mü istersiniz bilemedik o yüzden hepsini ekledik. İhtiyacınız olan bir market, biraz güneş. Eğer İstanbul’da, hafta sonu binlerce insanla sadece onlarca olan yeşil alanlara sığmaya çalışanlardansanız, Porto’da yeşillerin arasında biraz vakit geçirmek, küçük molalar vermek size iyi gelecek.
Portekiz, son yılların en gözde rotalarından biri. Avrupa’nın en uç noktasında, klasik Avrupa şehirlerinden ayrılmayı başarmış ülkelerden bir tanesi. Klasik bir Orta Avrupa ülkesi havası taşımadığı aşikar. Gerek mimarisi, gerek şehirleşmesi gerekse mutfağı ile kendine has özellikleri var. Şehrin en turistik meydanlarında, daima pencereleri süsleyen çamaşırları ve seramik kaplı dış cepheleriyle sizi bekleyen eski evlerini bir turist cenneti haline getirmeyi başarmışlar. Tabi ki Tarlabaşı, Balat sokaklarını andıran bu sokakların, tek başına Portekiz’i ve Porto’yu turizmin göz bebeği yaptığını söylemek eksik olur. Portekiz mutfağına ve Porto’nun etrafını sarmalayan Douro Vadisi’nden elde edilen Porto şaraplarına yaptığımız haksızlığın altından kalkamayız.
Sanıyorum Floransa’nın kendisi, başlı başına deneyimlenmesi gereken çok güzel bir klişe. Toskana Bölgesi’nin baş şehri, İtalya’nın diğer şehirlerinden trenle rahatça ulaşılabilen, kasvetli gibi görünen ama içten içe sizi burayı sevdiğiniz fikrine ikna eden Floransa’yı üç günde tadını çıkara çıkara gezebilirsiniz. Floransa’nın vadettikleri ortada. Her yerde anlatıldığı üzere mimariye, heykele, Madonna with Child tablolarına yüksek bir doyum kazandırıyor.
Bir şehir düşünün, aslında waaw dedirtecek büyük katedralleri, şahane mimari yapıları, düzenli bir şehirleşmesi yok gibi görünsün ama seramik kaplı katedralleri, çamaşır asılı evleri, daracık ve yokuş sokakları ile de sizi içine çeksin. Başka bir yerde karşılaşsanız belki de köhne ve bakımsız olarak nitelendireceğiniz o doku, Porto’da bambaşka bir illüzyon yaratmış. Eski evleri kaplayan seramikler, bugün çamaşır günü sanırım demenize sebep olan çamaşır kaplı balkonlarla şehir rengarenk bir arka plan kurmuş kendine.
Talin yeme-içme notlarına küçük bir itirafla başlayalım. Küçük Baltık ülkesine giderken, mutfak hususunda çok bir beklentimiz yoktu. Geleneksel tatlar zaten domuz etidir, pek de dişimize göre bir şeyler bulamayız, en iyisi İtalyan restoranlarını araştıralım diye bir hataya düşmek üzereydik ki ucundan döndük. Genelde, seyahatlerde yeme-içme kısmına önem veren ve kaldığımız gün sayısının en az yarısında lezzeti arayıp, diğer yarasında ne olsa yeriz mantığına bürünenlerdeniz. Talin gezisi de bu anlamda rutinimizi bozmadı. Biraz restoran, biraz Street food deneye deneye aç karnımızı doyurmayı başardık.
Fransa’ya defalarca gidip, bu defalarcanın her birini Paris’ten yana kullananlardansanız biraz değişiklik iyi gelecektir. Lyon ise bu değişiklik için hiç de kötü bir tercih değil. Fransızcada “ni…..ni” diye bir kullanım vardır. Yani ne öyle ne böyle gibi. Ne çok kalabalık ne çok sessiz… Ne çok pahalı ne çok ucuz… İşte bizim için Lyon tam bir “ni…..ni” şehri… Pozitif anlamdaki bütün ni’lerle Lyon’u çok sevdik. Üstelik Lyon’da gezilecek yerler oldukça fazla.
alya’ya gelip de aç kalmak ne mümkün. Üzgünüz ama bu coğrafyaya gelip de aç kaldık diyenlere hem inanmayız hem de sorun coğrafyada değil sende şeklinde bir yanıt verebiliriz. İtalya’da yiyecek bulmak en sor dert. Hele Bolonya’da en en son dert. Burada en büyük derdiniz olsa olsa menüden, yiyeceğiniz leziz karbonhidratları et yerine sebzeli bir şeylerle harmanlamak için gösterdiğiniz çaba olur. Buna da dert derseniz tabi.