Roma Gezi Rehberi: Antik Roma’dan Orta Çağa, Orta Çağdan Rönesans’a!

Roma Gezi Rehberi: Antik Roma’dan Orta Çağa, Orta Çağdan Rönesans’a!

Kendime Roma hakkında sorduğum tek bir soru var. Roma’ya kaç kere gidersem doyuma ulaşırım?  Bu sorunun cevabında çoğumuzun hem fikir olduğunu düşünüyorum. Roma’ya doyum olmaz. Benim yazdığım Roma gezi rehberi, başkalarının yazdıkları, rehberlerden dinlediğimiz Roma gezilecek yerler listeleri sadece birer yol gösterici olur. Bazı adreslerde birleşiriz, bazıları listemizde yer almaz ve bazıları da tesadüfler üzerine kendi kişisel rehberimize giriverir.

Roma, binlerce yıllık tarihini göz kamaştırıcı yapılarıyla sergilerken bir sonraki Roma ziyareti için daha dönmeden akıl çeliyor. Bu sebeple Roma’nın her köşesini tek seferde gezmek yerine, zamanınıza göre tadını çıkararak, yürüyüşlere küçük meydanlarda mola vererek gezmenizi öneririm. Çünkü okuyacağınız Roma gezi rehberi, bu şehirle ikinci buluşmanın ardından yazıldı. Buna rağmen Roma’ya defalarca giden biri için eksik, ilk kez gidecek biri içinse fazlasıyla dolu olabilir.

Roma hem dünyanın hem de Avrupa’nın en çok ziyaret edilen şehirlerinden biri. Öyle keyifli ki bunun için kimseyi suçlayamayız. Hem Roma İmparatorluğu’nun izlerini taşırken hem de sevgili İtalya’nın tüm renklerini yansıtıyor. Katoliklerin ruhani lideri papanın yaşadığı bağımsız devlet Vatikan’ı da içine alan şehrin her dönem kalabalık olmasına şaşırmamak gerek. Bu şartlar altında yapılacak en güzel hareket, bir kalabalık da biz olalım diyebilmek. Yine de şehri daha tenha görmek isterseniz kış aylarında ya da mart başında şansınızı denemelisiniz. Yaz ayları bunaltıcı sıcaklar bahar ayları da yorucu kalabalıklar can sıkabilir. Fakat unutmayın ki Roma’dasınız! Her şeye rağmen tadını çıkarın.

Roma gezdiğiniz diğer şehirlere kıyasla biraz daha ön hazırlık gerektiren bir şehir.

*Gitmek istediğiniz restoranlara rezervasyonunuzu en az on gün önceden yaptırın.

*Vatikan ve Kolezyum gibi ikonik noktaların biletlerini önceden ve ilk giriş saatine almaya gayret edin.

*Konaklamayı son dakikaya bırakmayın.

Roma’da karar vermeniz gereken bir diğer husus, şehir kartlarından alıp almamak. Eğer şehirde kısıtlı zamanınız varsa, Kolezyum ve Vatikan dışında bir müze gezme şansınız yoksa bu kartlardan almak yerine Kolezyum-Roma Forum ve Vatikan Müzeleri-Sistine Şapeli için satılan kombine biletleri değerlendirebilirsiniz.

  • Roma Pass: 48 ve 72 saatlik iki seçenek sunuyor. Şehir içi ulaşımda limitsiz kullanılabiliyor. Ancak Roma Fiumicino Havaalanı’na ulaşım için geçerli değil. Müzeler konusunda ise şehir içi ulaşımda olduğu kadar cömert değil. 48 saatlik bir kart aldığınızda ilk müzeye giriş ücretsiz. Yani 48 saatlik bir kartla Kolezyum ve Roma Forum’a ücretsiz girebiliyorsunuz. Çünkü bu ikisi zaten kombine bilet olarak satılıyor. Ancak gittiğiniz ikinci müze, kart ile ücretsiz gezilen müzeler arasında değilse, tekrar indirimli bilet almanız gerekiyor.
  • 72 saatlik bilet için de aynı şartlar geçerli. Tek fark, girdiğiniz ilk iki müzenin ücretsiz oluşu. Eğer kart almaya karar verirseniz, Kolezyum için yine de online rezervasyon yaptırmayı unutmayın. Kartları incelemeniz için adresi buraya ekliyorum. Uzun bir Roma planıysa kartlar avantajlı olabilir ancak kısa bir seyahatse müze listelerini dikkatli inceleyip karar vermek gerekiyor. Roma Pass konusunda kararsız kalmamın bir sebebi de Vatikan Müzeleri’nde geçmemesi. İncelerken bunu da hatırlayın.
  • Omnia Card 72H: Roma’daki bir diğer seçenek Omnia Card. Roma Pass’taki tüm olanaklara ek olarak Vatikan Müzeleri ve Sistine Şapeli ’ne de ücretsiz giriş imkânı sağlıyor. Kartın güncel fiyatı 129.00€. Bu noktada hangi müzelere gideceğinize karar verip, kartlı ve kartsız maliyetini hesaplamak gerekiyor.

Roma’da konaklama:

Kafaların en çok karıştığı noktalardan biri konaklamaya karar verebilmek. Roma, dümdüz Avrupa şehirlerinden biri değil. Yedi tepeli. Bir katedral çevresinde gelişmeye başlamış küçük bir eski kent merkezi olan şehirlerden de değil. Şehrin neredeyse her köşesi turistik merkez. Yürüyerek gezilebilen ama denildiği kadar kolay yürünebilen bir şehir de değil. Metro var ancak örümcek ağı gibi bir sistem hayal etmeyin. Katman katman bir şehir. Antik Roma, Orta çağ ve Rönesans’tan günümüze gelen Roma ve bir de keşfetmediğimiz yer altındaki Roma var.

Roma için en rahat ayakkabılarınızı giyin, nerede konaklarsanız illa bir köşeye uzak kalacağınız kabul edin ve size en uygun yeri aramaya başlayın.

Şehre ilk kez gelecekler için Pantheon, Navona ve Piazza di Spagna çevresi daha rahat olacaktır. Via del Corsa Caddesi konaklama için referans alabileceğiniz caddelerden biri.  Bu bölge Kolezyum ve Poppolo Meydanı’nın ortasında kaldığı için her yere eşit mesafede sayılabilir. Yürümekten yana da bir sıkıntınız yoksa bu bölgeler size çok uygun.

Ancak biraz daha uygun bütçeli bir yer arayışındaysanız Reppubblica Metro durağının çevresindeki otel ve evlere de bakabilirsiniz. Bu bölge metroya da yakın olduğu için, yürümek istemediğiniz anlarda merkeze hızlı erişim için çok ideal. Termini Bölgesi de yürüyerek değil ancak metro ağından faydalanarak her yere ulaşabileceğiniz bütçe dostu bir bölge.

Şehri ilk ziyaretiniz değilse Trastevere ve Monti ‘de konaklamak güzel fikir. Gündüz turistik faaliyetlerinizi gerçekleştirip akşam buralarda takılmak çok keyifli.  

Roma Havaalanı ve şehir merkezi ulaşımı için iki seçenek var. Roma’ya Türkiye’den uçacaksanız, Fiumicino Havaalanını kullanacaksınız. Bu noktada şehir merkezine ya Leonardo Express treni ile ya da farklı firmaların işlettiği otobüslerle ulaşacaksınız. Tren, yaklaşık yarım saat sürüyor ve 14.00€. Otobüsler ise yaklaşık bir saat sürüyor ve firmaya göre 6.50 ile 8.50€ arasında değişiyor.  Terminalden çıkıp sağa doğru yürüdüğünüzde otobüsleri göreceksiniz. Otobüs biletlerini perondaki gişelerden satın alabilirsiniz. Dönüş için de aynı sistem geçerli. Otobüse binerken kapıdaki görevliden bilet alabilirsiniz.

Tren ya da otobüs fark etmez, ikisinin de son durağı Termini. Buradan sonra otelinizin konumuna göre ister yürüyerek ister bir metro kullanarak havaalanı yolculuğunu tamamlayabilirsiniz.

Havaalanı-şehir merkezi taksi ulaşımında sabit fiyat uygulaması var: 50€

Ancak şehir içi taksi kullanımında böyle bir uygulama yok. Taksimetre açmayan bir taksiye binmeyin.

Roma Gezilecek Yerler:

Hem çok güzel bir Avrupa şehrinde hem de çok köklü bir imparatorluk izlerinin arasında gezdiğimizi düşününce Roma’yı biraz sindirmek gerekiyor. Tabi ki nasıl gezilir diye bir formül yok. Roma gibi büyük şehirlerde, özellikle meydanlarında, sokaklarında, kafelerinde vakit geçirmekten çok keyif aldığım yerlerde, görmek istediğim önemli noktaları günün ilk saatlerinde, açılır açılmaz ziyaret etmeye özen gösteriyorum. Her güne böyle bir nokta koyduğum zaman, günün büyük kısmında şehir bana kalıyor gibi hissediyorum. Roma için bir güne Kolezyum ile başlayıp, Forum’da antik Roma’nın izleri arasında dolaşmak, başka bir gün Vatikan Müzeleri’nde güne başlamak işleri çok kolaylaştırıyor.

Kolezyum – Roma Forumu: Piazza Venezia’dan başlayıp Mussolini döneminde yapılan Via dei Fori İmperiali Caddesi üzerinden yürümeye başladığınızda Roma’nın imparatorluk dönemi iyice gözle görünür olmaya başlıyor. Roma Forum’un kalıntıları arasından Kolezyum’a ulaştığınızda ise bu devasa yapının etkisine giriveriyorsunuz. Yapımı M.S 80 yılında tamamlanan, elli bin ile seksen bin kişilik bir kapasitesi olan bir amfitiyatrodan bahsediyoruz. Depremlerden dolayı bir kısmı yıkılan, tarih boyunca hırsızların elini çekmediği ancak tüm bu yıpranmışlığına rağmen Dünyanın Yedi Harikasından biri olarak listelenen tiyatroda gladyatör dövüşleri, hayvan avcılığı, dramalar ve infazlar gerçekleşmiş. İmparatorluk Roma’sının eğlence anlayışının farklı olduğunu kabul edersek, evet burası halkı ve imparatorları eğlendirmek için inşa edilmiş.

Kolezyumun içini de ziyaret etme planınız varsa, biletleri önden almanız vakit tasarrufu açısından çok kıymetli olacaktır. Roma’da online biletler 1-2€ kadar daha pahalı. Rezervasyon ücreti kesiyorlar. Bu farka rağmen biletlerinizi almakta tereddüt etmeyin. Girişte illaki güvenlik kontrolünden geçmek gerekiyor. Bu sebeple özellikle giriş saatiniz öğleden sonraysa en az yarım saat önce orada olmaya özen gösterin. Kolezyum 09.00’da açılıyor. 09.00 ya da 09.30 gibi bir saate rezervasyon yaparsanız çok daha tenha olacaktır.

Roma Forumu: Kolezyum ile başlayan Antik Roma gezintisine devam etmenin en güzel yolu, imparatorluk döneminin toplumsal merkezi diyebileceğimiz Roma Forumu kalıntıları arasında dolaşmak. Kolezyum biletinizle gezebileceğiniz forum için şehir merkezi desek yanlış olmayacaktır.  Kolezyum ile Forum’u bağlayan Via Sacra üzerinden antik Roma’nın merkezine giriş yaptığınızda, göz alıcı bir manzara ile karşılaşıyorsunuz. Ne bir tarihçi ne bir arkeolog olmadığım için buradaki yapıların geçmişi ile detaylı bilgi veremeyeceğim ancak buraları gezmeden önce biraz okuma yapmak, ziyaretinizi daha keyifli hale getirecektir. Forum içinde en göze çarpan yapılar, Septimus Severus Kemeri, Vespasian ve Titus Tapınağı. Antik Roma’nın gözünüzde tam bir fotoğrafını çekmek için, Forum’daki ikinci durağınız Palathine Tepesi olmalı. Kolezyum da dahil çok güzel bir Roma manzarası göreceksiniz. Forum, gerçekten büyük bir yer. Palatine Tepesi’ne çıktığınız zaman inişinizi geldiğiniz yönden yapmayın. Haritanıza Stadio Palatino’yu da işaretleyerek, Forum’un Portale Vignola kapısından çıkın. Böylelikle Palathine Tepesi’nin arkasındaki muhteşem bahçeyi de gezmiş olacaksınız. Bu kapı sizi Via di S. Gregoria Caddesi’ne çıkaracak. Vakti olanlar için önerim bu cadde üzerinde yürümeye devam etmek ve bir başka Antik Roma kalıntısı Caracalla Kaplıcalarını gezmek.

*Eğer Roma’da çok sınırlı vaktiniz varsa ve ne Kolezyum’un ne de Forum’un içini gezecek durumdaysanız, güzel bir Antik Roma ön izlemesi için Capitoline Müzesi’ni hedef alın. Müzenin bulunduğu Capitoline tepesinde, sağdaki yolu takip ettiğinizde Forum’un bir kısmını güzel bir locadan seyretmiş gibi olacaksınız. Terraza sul Foro olarak da not edebilirsiniz. Minik teras keyfinin ardından tepenin sol tarafındaki yoldan (Via di S. Pietro in Carcere), sizi Kolezyum’a ulaştıracak ana cadde Via Dei Fori Imperiali’ye bağlanabilirsiniz.

Caracalla Kaplıcaları / Terme di Caracalla: Tarihin en büyük imparatorluklarından biri olarak nitelendirdiğimiz Roma’nın gerçekten de ne kadar büyük olduğunu, ihtişamını, görkemini gösteren yapılardan bir tanesi benim için Caracalla Hamamları. Tüm Roma Hamamları sıralamasında en büyük ikinci kompleks olarak geçen bir yerden bahsediyorum. M.S. 211 ile 217 yılları arasında imparator Sepitimius Severus ve oğlu Caracalla döneminde inşa edilen yapı için Roma’nın 14 su kemerinden bir tanesi tahsis edilmiş. Depremlerle birlikte burası da yıkık dökük. Başlı başına bir iktidar göstergesi olan muhteşem bahçeleri Caracalla Hamamları’nda da görüyoruz. Tabi ki gezdiğimiz hamamlar restore edilmiş. Ancak orijinal mozaiklerin korunduğu kısımlar da var. Bir iki saatlik fazladan bir zamanınız varsa, hamamlara da şans verebilirsiniz.

Giriş ücreti: 8.00€

Biraz daha Antik Roma İstiyoruz!

Circus Maximus: İster Caracalla Hamamları’ndan dönerken isterseniz Forum ziyaretinizin ardından yürüyüş rotanıza ekleyebileceğiniz hipodrom eminim bir zamanlar çok gösterişli bir yerdir. Şu an ise Palatine ve Aventine Tepeleri arasındaki vadide kalan yeşil bir alan gibi.

La Bocca della Verita “Gerçeğin Ağzı”, orta çağ efsanelerine konu olmuş, aslında bir Roma çeşmesi parçası ya da drenaj kapağı olduğu tahmin edilen bir taş. Efsaneye göre, Tiber Nehri tanrısı veya Okeonos olduğu düşünülen yüzün ağzına elinizi koyduğunuz zaman, yalan söylüyorsanız ağız elinizi ısırıyormuş. Birinci yüzyıldan kalma olduğu düşünülen taş ile fotoğraf çektirmek arzunuz yoksa, önündeki kuyruğu pas geçip, yan taraftaki parmaklıkların arasından yakından bakabilirsiniz.

Marcellus Tiyatrosu: Roma’da Kolezyum’dan rol çalmaya kimsenin gücü yetmez ama aslında Kolezyum’dan daha eski, Jul Sezar’ın inşa ettirdiği bir tiyatro daha var. Antik Roma yürüyüş rotanızı sonlandırmak için oldukça görkemli bir durak. Ayrıca Marcellus Tiatrosu ile Roma Yahudi Mahallesi’ni de gezmeye başlamış oluyorsunuz.

Belki daha önceki Roma gezinizde yolunuz Roma Gettosundan geçti. Orta Doğu dışında dünyadaki en eski Yahudi yerleşimi Tiber Nehri’nin kenarında Roma İmparatorluğu döneminde başlamış. Ancak gettolaşma süreci papanın isteği doğrultusunda 1555 yılında gerçekleşmiş. Bir anda imparatorluk kalıntıları arasında getto duvarları yükselmiş.

İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler, buradaki Yahudilerin belirlenen altın miktarını ödemesi karşılığında toplama kamplarına gönderilmeyeceğini söylese de hikâye tam olarak bu yönde ilerlememiş. İstenen altınlar verilse dahi bin ile iki bin Yahudi toplama kamplarına gönderilmiş ve yalnızca on altı kişi hayatta kalmış. Bu dönemde kamplara gönderilenlerin isimlerini mahalle duvarlarındaki pirinç plakalarda görebilirsiniz.

Getto’da göreceğiniz Portico d’Ottavia, M.Ö 2.yy’dan kalma bir yapı. Orta çağda ise bu yapının olduğu yer balık pazarı olarak kullanılmış. Piazza Mattei’de, 1658 yılında kaplumbağaları Bernini tarafından yapılan çeşmeye bakmayı da unutmayın. Getto’da doğmuş ve Roma mutfağına girmiş bazı tatlar da var. Roma usulü enginardan farklı olarak “carciofi alla giudia” (kızarmış enginar) ve “fiori di zucca” (kabak çiçeği dolması) bunlardan bazıları. Al Pompiere ve Nonna Beta’da bu lezzetleri deneyebilirsiniz. Mahallenin en eski pastanelerinden biri Pasticceria Boccione’nin ricotta-vişneli tartı da mahalleye özgü tatlardan bir diğeri.

Ve tabi ki Ponte Fabricio…

Gettoyu Tiber Adası’na bağlanan tatlı köprüden bahsediyorum. O an karşı yakaya geçmeseniz dahi nehir kenarından köprüye bakmayı atlamayın.

İmparatorluktan Orta Çağa, Orta Çağdan Rönesansa!

Campo de’ Fiori: Roma’nın birbirinden güzel meydanlarından biri Campo de’ Fiori, bizim deyimimizle çiçek tarlası. Her gün kurulan meyve, sebze, baharat ve çiçek pazarı, meydanın köşesinde yıllardır duran Antico Forno Campo de’ Fiori’den paketlenen lezzetli bir foccacio ve pazarda küçük bir tur. Her seferinde bu meydana uğratan iki sebep. Belki pazar curcunasından gözünüzden kaçabilir ancak meydanın ortasında ünlü İtalyan filozof ve gök bilimci Giordano Bruno’nun heykeli var. Bruno’nun meydandaki varlığı, orta çağ karanlığını hatırlatmak için çiçek tarlasının tam ortasında duruyor. Orta çağ Avrupası’nda kilise veya kralın desteğini almadan fikir beyan etmek çok kolay bir iş değil ve Bruno’da bu zorluktan nasibini alanlardan. 1593 yılında Roma Engizisyonu tarafından yargılanan filozof, bu meydanda infaz edilmiş.

*Meydanda yeme-içme meselelerine girmektense bir aperativo yapmanızı öneririm. Turistlerin çok sevdiği bir yer olduğu için fiyat/performans olarak çok mutlu etmeyebilir.

*Campo dei’ Fiori’ye çok yakın, Ponte Sisto (Sisto Köprüsü)’ne bağlanan iki sokak Via dei Pettinari ve Via dell’’Arco del Monte de haritalarda işaretlenmeli.

Piazza Navona: On altıncı ve on yedinci yüzyıl binalarıyla çevrelenmiş görünse de Navona Meydanı antik Roma kalıntılarının tam üstünde yükseliyor. Antik Roma döneminde, meydanın olduğu yer 30 bin kişilik bir stadyummuş. Meydanı gezerken bu gözle bakmayı da deneyin. Meydandaki yollar, oturduğumuz banklar, kafeler stadyumun gösteri alanıyken, binaların çevrelediği kısımlar seyir alanını oluşturuyormuş.

Bernini’nin tasarladığı Dört Nehir Çeşmesi, Giacomo della Porta’nın Arap Çeşmesi, dikilitaş, renkli binalar ve içleri görkemli kiliselerle çevrili göz kamaştıran bir meydandan bahsediyorum. 

Yolunuz pazar günü saat 09.00 – 11.00 arası Navona’ya düşerse özellikle uğrayın diye belirtebileceğim adres Sapienze Sarayı’nın içindeki Sant’Ivo Kilisesi. Sapienza Sarayı 1935 yılına kadar Roma Üniversitesi olarak hizmet vermiş. Daha sonra da devlet arşivi olarak kullanılmaya başlamış. Kilise de sarayın avlusunda. Giriş ücretsiz.

Roma kartınız ve fazladan vaktiniz varsa Navona’daki Palazzo Braschi’de Museo di Roma gezilebilir. Roma’da bu tarz o kadar çok müze var ki bir yerden sonra vakit ve nakit engeli ile karşılaşmak kaçınılmaz oluyor.

Bir küçük not: Novano Meydanı’ndaki bahsi geçen Stadio di Domiziano’nun kalıntılarını görmek isterseniz, lokal turlara katılabilirsiniz.

*Navona Meydanı’na çok yakın, Roma’nın en güzel sokaklarından biri olduğunu iddia edebileceğim Via dei Coronari de haritanıza ekleyin.

Pantheon: İlk görüşte sizi etkisi altına alacak bir yapı varsa Pantheon kesinlikle onlardan biridir. Yunanca “tüm tanrıların tapınağı” anlamına gelen Panteon, antik Roma döneminin bir eseri. Ancak yedinci yüz yıldan beri kilise olarak kullanılıyor. Fakat çoğumuz Pantheon’u gezerken hala aktif bir Katolik kilisesi gezdiğimizi unutuyoruz. Çünkü bildiklerimizden çok farklı. Roma tekniği ile inşa edilmiş beton kubbesi, yapının hayranlık verici parçası olsa da girişindeki 12 metrelik granit sütunlar, içinin büyüklüğü, mermerleri, kubbeden yansıyan ışığı gibi pek çok detayıyla göz kamaştırıcı. Efsaneye göre Roma’nın kurucusu Romulus’un tanrılar arasına katılmak için göğe yükseldiği yere inşa edilmiş.

Trevi Çeşmesi / Fontana di Trevi: İrili ufaklı tüm çeşitleriyle Roma bir çeşmeler şehri ve Trevi Çeşmesi de aralarındaki en görkemli çeşme. Çeşmeyi ilk olarak Bernini tasarlamış. Ancak Bernini’nin tasarımı yerine, Nicola Salvi’nin daha az maliyetli tasarımı tercih edilmiş. Adını Tre Via (Üç Yol) ‘dan alıyor. Tahmin edeceğiniz gibi çeşme üç yolun kesiştiği yerde tüm heybeti ile duruyor.

Mimar Nicola Salvi, çeşmedeki heykelin Okeanus olduğunu yazmış. Tıpkı Yunanistan’da olduğu gibi İtalya’ya gelmeden önce de mitolojiye giriş tadında bir okuma yapmak gerek. Zaten karakterler hemen hemen aynı. Sadece Roma ve Yunan mitolojisindeki isimleri değişiyor. Çeşmeden daha ünlü olan çeşmedeki ritüel. Bir kez de ben hatırlatayım.

Ritüelimizin adı: Çeşmeye arkanızı dönüp sağ elinizle sol omuzunun üstünden bozuk para atmak. Farklı tarifeler var. Bir bozuk para attığınız zaman Roma’ya tekrar geleceğinize, iki bozuk para attığınızda Romalı biriyle tanışıp aşık olacağınıza, üç bozuk para attığınızda tanıştığınız bu kişi ile evleneceğinize inanılıyor.

Çeşme gün içinde hayli kalabalık oluyor. Gün doğumuyla yola düşüp çeşmeyi boş yakalayabilirsiniz. Gün içinde zaten illaki yolunuz buradan geçecektir. Çeşmenin karşısındaki Trrevi Cafe’nin terasından ya da Benetton mağazasının üst katından çeşmeyi panoramik görmek de mümkün.

Galeria Sciarra: Trevi Çeşmesi’nden Via del Corso’ya bağlanırken görmek isteyebileceğiniz bir küçük Roma detayı. Roma’nın güçlü ailelerinden Sciarra ailesi için 19.yy’da yapılan binanın Art Nouveau tarzı, cam ve demir tavanlı pasajının duvarlarındaki kadın freskleri çok güzel bir detay olmuş. Çeşmeye yakın bir diğer pasaj da Galleria Alberto Sordi.

Via del Corso: Piazza Venezia ve Piazza del Popolo’yu birbirine bağlayan bir buçuk kilometrelik uzun cadde üzerinde turistik noktalar, turistik olmayan detaylar, dünyaca ünlü markaların mağazaları gibi duraklar var. Roma’da tavsiyem gördüğünüz kiliselere girin. Çünkü kiliseler ücretsiz ve bazı kilise tavanları hiç beklemediğiniz kadar güzel çıkıyor. Via del Corso üzerinde tesadüfen girdiğimiz kiliselerden biri Basilica dei Santi Ambrogio e Carlo al Corso anlatmak istediğim durum içim uygun bir örnek. Bu tarz kiliselerden en meşhurları Chiesa del Gesu ve Chiesa di sant’Ignazio di Loyola.

Piazza di Spagna: Via del Corso’yu bir yerlere sapmadan tamamlamak mümkün değil. Adını meydandaki İspanyol Sarayı’ndan alan meydanın en güzel aktivitesi bir zamanlar oturmanın yasak olmadığı 135 basamaklı İspanyol Merdivenleri’nde keyif yapmaktı. Ancak artık merdivenlere oturmaya izin verilmiyor. Merdivenlerin yapılış amacı ise meydanı Trinita dei Monti Kilisesi’ne bağlamak. Bernini ve oğlunun imzasını taşıyan Fontana della Barcaccia Roma’nın bir diğer ünlü çeşmesi.

İspanyol Meydanı’ndan sonra rotanıza iki şekilde yön verebilirsiniz. Eğer gün batımına yakın bir saate civardaysanız, Trinita dei Monti Kilisesi’nden Pinchio Tepesi’ne doğru ilerleyip günü batırmak bir seçenek. Diğer seçenek ise, gün ortasında Pinchio Tepesi ve Borghes Bahçelerini gezip, Popolo Meydanı’na ulaşmak.

Popolo Meydanı / Piazza del Popolo: Şehrin kuzey girişi diyebileceğimiz meydanda 19.yy’a kadar halka açık infazlar gerçekleşiyormuş. Meydandaki 24 metrelik dikilitaş M.Ö. 10.yy’da Roma’ya getirilip, ilk olarak Circus Maximus’a dikilmiş. Roma’nın her köşesine hayran olan biri olarak illaki bir sıralama yapmam gerekse beni en az cezbeden yerlerin başına Popolo Meydanı’nı koyabilirim. O yüzden meydanda çok oyalanmayıp kendimi Pincio Tepesi’ne atmayı tercih ediyorum.

Terazza del Pincio, hem Popolo Meydanı’nı hem de Roma silüetini görebileceğiniz güzel bir nokta. Arkanız ise Roma’nın en büyük parklarından biri olan Borghese Bahçeleri. 1700 dönüm arazi üstünde yemyeşil bir alan. Bahçeleri ve içerisindeki Borghese Gallery’i detaylı gezmek isterseniz en az iki üç saatinizi ayırmak gerekir. Borghese Galeri, Roma’da alternatif bir plan yapmak istiyorsanız, önceliklendirebileceğiniz bir yer. Koleksiyonda, Bernini’nin heykelleri, Raphael, Caravaggio, Bassano, Titian gibi rönesans sanatçılarının eserleri var. Tavsiyem biletinizi önceden almanız. Müzeden almak istediğinizde sizi bekletme ve en az iki saat sonrası için bilet satma olasılığı yüksek.

Borghese Bahçeleri’ne çok yakın Ulusal Modern ve Çağdaş Sanat Galerisi (Galleria Nazionale d’Arte Moderna e Contemporanea) de bu turun bir parçası olabilir.

Roma’da adını duyacağınız birçok “Palazzo, Gallerie, Villa”, Roma’nın önde gelen ailelerine ait ve bu ailelerin ortak özellikleri içlerinde papalar çıkarmış olması. Borghese Ailesi için de aynı hikâye söz konusu. Şu an galeri ve bahçelerin olduğu arazi 1902 yılında İtalyan hükümetine satılmış.

Söz galerilerden, müzelerden açılmışken Roma’da görebileceğiniz birkaç galeri ve müzeyi de bu rehbere ekleyelim. Belki ilk seferinde olmasa da gelecek ziyaretleriniz için burada dursun.  

Palazzo Altemps: 15.yy’da Riario Ailesi için yapılan, yaklaşık yüz yıl sonra da Kardinal Marco Sittico Altepms tarafından yenilen yapı, 1997 yılında Roma Ulusal Müzesi bünyesine dahil olmuş. 16.yy – 17.yy’da Roma’da yaşayan soylu ailelerin koleksiyonlarından oluşan müze, heykel seviyorsanız kaçırmamanız gereken bir yer. Hem Roma ve Yunan mitolojisine ait figürlerin heykelleri, hem de yapıdaki fresklerin güzelliği, benim için Palazzo Altemps’ı en sevdiklerimin arasına yerleştirdi.

Giriş ücreti: 8.00€

Galleria Doria Pamphilj: Bir papa ailesinin, 15.yy. ve 18.yy. arasında toplanmış kişisel koleksiyonun sergilendiği bir müze, aynı zamanda hala aileye ait bir özel mülk. Bu cümleyi kaçıncı kuruşum emin değilim ama yine aralarında Titian, Raphael, Caravaggio, Velazquez gibi ünlü ressamların eserlerinin de olduğu dört yüzden fazla resim, heykel ve mobilyaların sergilendiği kocaman bir galeri. Biraz ihtişamından yorulduğunuz ama tavanlardaki fresklere, duvarlardaki resimlere bakmaktan kendinizi alamadığınız bir yer.

Giriş ücreti: 14.00€

Palazzo Bonaparte: Burayı muhakkak gidin diye değil ama ziyaretiniz sırasında güncel sergileri kontrol etmeniz için listeye aldım.  Önünden geçerken tesadüfen gördüğüm Van Gogh sergisini gezmek için hızlı bir giriş yaptım. Binanın kendisi yukarıda saydıklarım kadar gösterişli değil. Belki sevdiğiniz bir sanatçının dönemsel sergisine denk gelebilirsiniz.

Capitol Müzesi: Roma’nın en yüksek tepesinde, Antik Roma’nın merkezinde, ünlü heykeltıraş Michelangelo tarafından tasarlanmış iki saraydan oluşan müzenin bir özelliği dünyanın ilk halka açık müzesi olması. Vatikan’daki Sistine Şapeli’nin de yapımını isteyen Papa Sixtus IV, Roma halkına antik bronz heykeller etmiş. Ancak heykeller Capitoline Tepesi’ne yerleştirilmiş. Zamanla antik Roma’ya ait parçaların çoğalmasıyla koleksiyon genişlemiş. Müzenin en dikkat çeken eseri, bronz She-Wolf ve Marcus Aurelius Heykeli. Capitoline Tepesi’nde göreceğiniz Marcus Aurelius heykeli orijinal değil. Bahsi geçen bronz heykel, müzenin içinde. Gözden kaçırma şansınız yok.

Giriş ücreti: 16.00€

Şimdiye kadar bahsettiğim müze ve galerilerin çoğu Piazza Venezia çevresinde. Venezia Meydanı benim için Antik Roma ve klasik Roma arasındaki tampon bölge gibi. Bir tarafı milattan öncelerle başlayan diğer tarafı orta çağ ve rönesans izleri taşıyan iki zaman dilimi gibi. Venezia Meydanı çevresinde dolaşırken uğramak isteyebileceğiniz bir nokta daha var.

Palazzo Venezia: Bu kadar çok müzenin olduğu Roma’da Venedik Sarayı’nın ismini anmadan olmaz. Benim listemde yer almasının sebebi, müze kısmı için değil, dinlenmek için çok güzel bir avlusunun olması. Bina ilk olarak kardinallerin konaklaması için tipik orta çağ mimarisi ile inşa edilmiş. 1500’lü yıllarda görevde olan papanın Venediklilerin sempatisini kazanmak amacıyla binanın bir kısmını Venedik elçiliğine tahsis etmiş. Faşist dönemde ise Mussolini, binayı hem hükümet binası hem de özel rezidansı olarak kullanış. Mussolini’nin balkon konuşmalarının adresi Palazzo Venezia olmuş.

Palazzo Barberini: Eski papalardan Maffeo Barberini tarafından yaptırılan barok saray, 1949 yılında İtalya devleti tarafından satın alınarak Ulusal Antik Sanat Galerisi’ne dönüştürülmüş. 13.yy ve 18.yy arasında yaşamış ünlü sanatçıların eserlerinden oluşan geniş bir koleksiyon var. Koleksiyon bir tarafa, sarayın kendisi de çok güzel. Üstelik 4 Kasım 1950’de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de bu binada imzalanmış. Daha fazla Raphael, Caravaggio dersem yeter diyeceğinizden endişeleniyorum ancak burada da saydığım isimlerin eserlerini bulabilirsiniz.

Giriş ücreti: 13.00€

Villa Farnesia: İtalyan Rönesansının en güzel örneklerinden biri kabul edilen on altıncı yüzyıl villası, Trastevere’de görmek isteyeceğiniz yerlerden biri. Sienalı bankacı Agostino Chigi için yapılmış. Hem mimari tasarımı ile göz kamaştırıyor hem de villanın duvarlarını süsleyen freskleri ile. Raphael, Sebastiano del Piombo, Antonio Bazzi gibi isimlerin çalışmaları ile dolu villayı ziyaret etmek için 14:00’e kadar vaktiniz var.

Giriş ücreti: 11€

Ve Vatikan Meselesi!

Aziz Petrus Kilisesi / Vatikan Müzeleri / Sistine Şapeli:

İşin gerçeği, Vatikan meselesi apayrı bir rehber gerektiriyor. Bu sebeple, burada sadece gezinizi planlamanıza yardımcı olabilecek birkaç detayı paylaşacağım. Çünkü Vatikan meselesi dini bağlamdan çok öte bir sanat şöleni gibi. Aziz Petrus Kilisesi’nin yapımı, dönemin en ünlü isimlerinin dokunuşları, başlayıp da bitirilemeyen eserler gibi birçok hikâye var.

Vatikan ziyareti dediğimizde kastettiğimiz, Aziz Petrus Kilisesi ve Vatikan Müzeleri. Vatikan Müzeleri dediğimiz de ise birbirinden ayrı müzelerden değil, bir yapının içinde onlarca farklı galeriden bahsediyoruz. Sistine Şapeli dahil 55 galeriden oluşan bir ziyaret.

Aziz Petrus Kilisesi’ni ziyaret etmek ücretsiz. Nitekim girişte çok uzun kuyruklarla karşılaşabilirsiniz. Bu sebeple Roma’daki bir gününüze Aziz Petrus Kilisesi’ne giderek başlamak doğru bir hamle olacaktır. Vatikan Müzeleri ve Sistine Şapeli için de biletleri online almak hayat kurtarıcı.  

Vatikan tarafında, tüm heybetiyle karşınızda duran bir diğer yapı Castel Sant’Angelo. İmparator Hadrianus tarafından kendisi ve ailesi için bir anıt mezar olarak tasarlanan yapı, zaman içinde hapishane ve Vatikan yapılana kadar da papalık konutu olarak kullanılmış. Vatikan ve kale arasında gizli geçişler olduğu da söyleniyor. Rivayete göre savaş yıllarında papanın kaleye sığındığı dönemde kalenin tepesine bir melek inmiş. Kalenin adı da buradan geliyormuş.

Bir zamanlar Roma’nın en yüksek yapısı bugün müze.  Kaleyi Ponte Vittoria Emanuele II’den gördüğünüzde o kadar görkemli görünmese de Sant Angelo Köprüsü’nden önüne çıkıp bir de yanından yürüdüğünüz de gerçekten çok büyük ve yüksek olduğunu daha iyi idrak ediyorsunuz. Hapishane olarak kullanılması çok akıllıcaymış.

Trastevere: 1980’lere kadar gelir seviyesi oldukça düşük işçi sınıfının yaşadığı Trastevere, bugünler de çok popüler. Bu popülerlik seksenli yıllarda başlamış. Geç orta çağ- rönesans dönemi binalarının içleri yenilenmiş ve bir kısmı daha o dönemlerde turistlerin konaklaması için pansiyona çevrilmiş. Latince, Tiber’in ötesi anlamına gelen Trastevere, imparator Augustus döneminde de şehir surlarının içinde yer alıyormuş.

Trastevere denilince birçoğumuzun aklına bazı klasik görseller geliyor. Çünkü bölgenin bazı sokakları, bazı trattoriaları fazlasıyla popüler. Akşama doğru turistlere karışan Romalılar ile artan kalabalık, uzayan kuyruklar ve keyifli bir curcuna var Trastevere’de. Ancak tüm bu popülerliğin yanında bölgeyi biraz araştırınca, çok eski işletmeler, daha az turistik ama asla keşfedilmemiş diyemeyeceğimiz birtakım yerler de var.

Bölgenin bir ucunda Porta Portese’de pazar sabahları kurulan bit pazarı, diğer ucundaki Porta Settimiana’nın biraz ilerisinde Raphael’in freskleri ile bezeli bir on altıncı yüz yıl binası Villa Farnesia ve iki kapı arasında kalan bir sürü güzel sokak var.  Biraz yokuş çıkmayı göze alırsanız Rönesans yapısı olan Bramante Anıtı ve Acqua Paola Çeşmesi’ni (Acqua dell’Acqua) de yürüyüş rotanıza ekleyerek Janiculum Hill’den eşsiz bir Roma manzarasına tanıklık edebilirsiniz.

Testaccio: Roma’yı birden çok ziyaret etme şansı bulduysanız, rotanıza yeni yerler ekleyip, turistik rotanın biraz dışına çıkmaktan zarar gelmez. Roma’da bilinmeyen bir yer olduğunu iddia etmek dünyanın en büyük kandırmacası olur. Testaccio Bölgesi, kısa süreli ziyaretçilerin vakit ayırıp gidemediği bu yüzden görece daha az bilinen, Romalı sayısının turistlerden çok daha fazla olduğu bir mahalle. Tabi ki tarihi merkez kadar otantik değil. Bölgenin size sunacağı en güzel deneyim eski ya da “trattoria”larından birinde Roma mutfağının tadını çıkarmak. Bu bölgede gerçekten çok iyi restoranlar, pizzacılar var. Metro ile Piramide durağında inip, Cestius Piramit’i ile bölgeyi keşfetmeye başlayabilirsiniz. Piramitten Piazza Testaccio’ya doğru ilerleyip önce bölgenin sabit pazarı Mercato di Testaccio, sonra da antik Roma’ya ara vermek isteyenler için bir değişiklik olabilecek Mattatoio Çağdaş Sanat Müzesi gezilebilir. Yol üstünde murallere denk gelebilirsiniz. Murale della Lupa bu murallerden sadece biri.

İtalyan düşünür, siyasetçi ve kuramcı Antonio Gramsci’nin mezarı da Testaccio’daymış. Bu çok faydalı bilgiye de cebimize attık.

Trastevere kadar, güzelliği ile sizi kendine hayran bırakmayacak, Roma’nın o muhteşem sokaklarından, büyülü atmosferinden biraz daha uzak, burası da gerçek bir şehirmiş, sıradan yerleri de varmış dedirtecek ancak bunu derken de sizi gastronomik anlamda çok yukarılara taşıyacak bu mahalleyi vakti olanların keşfetmesini öneriyorum.

Roma ile yollarımızın defalarca kesişmesini diliyorum!

Keyifli seyahatler…

Meltem