Bologna bir aktarma merkezi olarak yer etmiş hafızama. Sanki acil durum toplanma merkezi gibiymiş de insanlar oradan dağılıyorlarmış gibi gelirdi hep. Ne var ki Bologna’ya iki gece üç günlük bir süre ayırdıktan sonra, kendimce burayı biraz hafife aldığımı fark ettim. Meğerse Bologna’da Gezilecek Yerler başlıklı uzunca bir liste yapılabilirmiş. Bu da yetmez üstüne bir de Bologna’da Ne Yenir başlıklı başka bir yazı bile çıkabilirmiş. İtalya’nın buram buram eski kokan bu şehri, genç nüfusu ile oldukça dinamik. Yer yer sıvaları dökülmüş binaların önünde yer yer kafelerde toplaşmış, finallere çalıştıklarını düşündüğüm öğrenci grupları Bologna’yı hareketlendirmek için yetmiş görünüyor.
Bologna’da Gezilecek Yerler’i sıralamadan önce, birçoğumuzun bildiği birçoğumuzun hiç ilgi alanına girmeyen birkaç bilgi vermek istiyorum. Bologna, Emilia Romagna bölgesinde bir şehir ve benim gibi birçok kişinin hafızasında aktarma merkezi olarak kalmasının sebebi, İtalya’nın turistik birçok şehrine yakın olması. Bunların başında ise Floransa geliyor. Sadece trenle değil havaalanından kalkan otobüslerle de Floransa’ya ulaşmak mümkün. Ancak Floransa’ya daha önce gittim diyorsanız Bologna’dan Parma ya da Modena’ya gitmek de bir seçenek olabilir. Bologna ile ilgili aşina olduğumuz başka bir bilgi de buraya kızıl şehir denmesi. Bunun iki sebebi var. Birincisi tamamen fiziki koşullar, ikincisi ise Bologna’daki siyasi duruş ile alakalı. Bologna gerçekten kızıl bir şehir. Birçok yapı tuğladan oluşuyor, sıvalar ise kırmızı, turuncu, sarı ve kahverengi tonlarında. “Kızıl” ın yaptığı diğer bir gönderme ise Mussolini zamanında faşist yönetime karşı gösterilen direnç. Komünizm ile bir bağ kuruluyor kızıl üzerinden. Nitekim, Bologna’da gezerken, duvarlara asılmış afişler, muraller ve yazıların direniş koktuğunu anlayabilirsiniz. Dünyadan kopuk bir yer değil bu şehir.
Bologna’ya gidenlerin hafızasına kazanan şehir görseli ise bizim revak dediğimiz onların da “portico” dediği, neredeyse bütün binaların altındaki kemerlerden oluşuyor. Pisa’yı gezerken küçük bir bölgede gördüğümüz portico’lar Bologna’da her yerdeler. Şehre ise bambaşka bir atmosfer katmış. Revak olmayan binaları saymak daha kolay olabilir.
Avrupa’nın her yerinde, özellikle en turistik meydanlarda, alışveriş caddelerinde istisnasız göreceğiniz hediyelik eşyacılara, magnet satan yerlere Bologna’da rastlamak çok zor. Sanıyorum bir iki Tobacco Shop ve kitapçı dışında magnet satan bir yer görmedim. Yan yana dizilmiş, hemen hemen bütün dükkanlarda aynı olan bardak altlığı, anahtarlık, kupa, şal, I Love Bologna tarzı hiçbir dükkân karşıma çıkmadı.
Bologna’ya bir gün yeter diyen birçok yazı okudum gitmeden. Bu tespite katılmıyorum. Müze gezmeyi sevmiyorsanız bile Bologna’nın sokakları çok güzel. Hiç soluk almadan gezmek mi, bile isteye kaybolarak gezmek mi? Tabi ki ikinci seçenek çok daha keyifli olanı. Önceden not aldığınız restoranları, caféleri, dükkanları bulmak isteyeceksiniz. Bazense karşınıza çıkan bir mekânı ilk deneyen siz olacaksınız. Ancak bunları yapabilmek için iki gününüzün ve daha fazlasının olması şart.
Bologna’da ulaşım, şehir merkezinde kaldığınız sürece size sorun çıkarmayacak. Havaalanı bölgesinde kalıyorsanız git-gel yapmak sizi yorabilir. Havaalanı -tren istasyonu, havaalanı- şehir merkezi taksi ile 18€ tutuyor. Havaalanından şehre otobüsle ulaşmak da mümkün. Bunun için yapmanız gereken Havaalanından çıkarken göreceğiniz dört tane sıralanmış bilet makinalarından bilet almak. Bu biletler 6€. Bologna’da otobüsler elektrikli. Şehrin üstünü kuşatmış tellerden bunu anlayabilirsiniz.
Bologna’da konaklama seçenekleri otellerden ziyade Bed&Breakfast denilen pansiyon benzeri butik işletmeler tarafından yürütülüyor. Çok ucuz mu o konuda emin olamadım. Bologna seyahatim son dakika gerçekleştiği için konaklama konusunda çok ucuz bir yer bulamadım. Ancak, bir hafta öncesinden değil de daha önceden rezervasyon yaparsanız benim bu düşüncemi çürütme ihtimalinizin olduğunu düşünüyorum.
Bologna’da gezebileceğiniz birçok müze de var. Şehir çok büyük olmadığı için, müze gezmek çok vaktinizi almayacaktır. 20€ vererek 48 saat geçerli Bologna Welcome Card alarak bu müzelere ücretsiz girebilirsiniz. Diğer Avrupa ülkelerinde bu kartları almak pek anlamlı olmuyor, çünkü en önemli müzelerde pek bir avantaj sağlamıyor. Ancak Bologna için durum böyle değil. Kart, en önemli müzelere de ücretsiz giriş imkânı sunuyor. Müze giriş ücretleri ise 5€ ile 6€ arasında değişiyor. Kartı buradan inceleyebilirsiniz.
Bologna’ya gitmeden önce 2004 yapımı belgesel tadında Lavorare con Lentezza filmini izleyebilirsiniz. Şehrin politik duruşunu anlamak için fikir verici olabilir.
Bologna’da Gezilecek Yerler:
Yürüyerek gezebileceğimiz küçük bir şehir ile karşı karşıya olduğumuz için önce buraya, sonra buraya gidin önerisinde bulunmayacağım bu sefer. Görece tarihi merkeze en uzak yer Basilica di San Luca. Buraya giderken toplu taşımadan yararlanmak gerekecek. Onun dışında tamamen özgürsünüz.
Maggiore Meydanı/ Piazza Maggiore:
Bu meydan Bologna’nın en turistik meydanı olmasına rağmen, lokalleri de soğutmamış olsa gerek ki akşam üstü meydanda toplanan, Basilica di San Petronio’nun merdivenlerine oturan hatta sere serpe uzanan gençleri görmek mümkün. Piazza Maggiore, Palazzo Comunale, Palazzo del Podesta ve San Petronio Bazilikası’nın çevrelediği bir meydan. Ancak Bologna öyle bir yer ki bir “portico” nun altından geçerek kendinizi bambaşka bir meydanda buluveriyorsunuz. Piazza Maggiore’deki restoran ve kafeler, şehrin en ünlü noktasında olmalarının hakkını vererek fiyatlarını birazcık yükseltmişler. Bologna’nın ara sokaklarında 1,10€’ya içtiğiniz kahveyi Piazza Maggiore’de iki katı fiyatına içmeye hazırlıklı olun.
San Petronio Bazilikası/ Basilica di San Petronio:
Burayı gezdiğinizde Avrupa’nın en büyük altıncı kilisesini de gezmiş oluyorsunuz. Kilisenin en ilgi çekici yanı, yarım kalmış gibi görünen dış yüzü. Muhtemelen de yarım kalmış. Alt kısmı beyaz ve kırmızı mermer, üst tarafı tuğla olarak bırakılmış kiliseye giriş ücretsiz. Ancak fotoğraf çekmek için 2€’nuzu alıyorlar. İçerisinde müze ve teras kısmı da var.
Palozzo Comunale/ Palazzo d’Accursion: Maggiorre Meydanı’nda tepesinde saat kulesi olan ve girişinde Bolognalı Papa Gregort XIII’in heykelini göreceğiniz belediye binasını ziyaret etmek ücretsiz. Ancak birinci katta bulunan Collezioni Comunali d’Arte’yi ziyaret etmek isterseniz 5€ vermeniz gerekecek.
Piazza del Nettuno/ Fontana del Nettuno/Palazzo Re Enzo: Piazza Maggiore’nin hemen komşusu olan Piazza del Nettuno’daki Neptün Çeşmesini görmek isteyenler Eylül 2017 tarihine kadar tadilat altında ziyaret edebilirler. Bolognalıların “Il Giante -al Zigante” dedikleri bu heykel kamu hizmeti olarak yaptırılmış. Papa Puis IV tarafından yaptırılan heykelin, sağlam vücudu ve daha yaşlı görünen yüzünün Papa’nın karakterini sembolize ettiği söyleniyor. Tabi ki şu an bir buluşma noktası olarak kullanılıyor. Piazza del Nettuno’ya geldiyseniz, yine bir sarayla-Palazzo Re Enzo- ile karşılaşacaksınız. Nitekim Bologna’da her yer bir saray. Revakların altında yürürken duvarlarda sıkça mavi oval bir tabelanın üzerinde “Palazzo d…..” yazısı göreceksiniz. Bir yerden sonra takip etmekte zorlanıyor insan.
Museo Civico Archeologico/ Teatro Anatomico: Bologna’daki arkeoloji müzesi tahminimden çok daha geniş bir koleksiyona sahip. Roma, Yunan, Mısır ve prehistorik döneme ait birçok eser var. Kahverengi ecza dolaplarını andıran vitrinleri ile gezmesi çok keyifli bir müze olmuş. Ancak müze ile ilgili keyfinizi kaçırabilecek tek şey İngilizce bilgilerdeki yetersizlik. Tabi ki bütün eserlerin ne olduğunu tek tek okumak çok zaman alan bir şey ve bunu yapan aramızda çok az kişi var. Ancak İlgi alanınıza giren bir müzeyse ve İtalyanca bilmiyorsanız, küçük bir hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz. Biletinizi alırken size İngilizce bir broşür veriyorlar ama yeterli değil. Giriş ücreti: 5 Euro.
Teatro Anatomico ise Biblioteca Communale dell’Archiginnasio’nun içinde bulunan 17.yy’da tasarlanan bir derslik. Anatomi dersleri için tasarlanmış bu salon, ahşap oymaları, ortada kadavraları incelemek için kullanılan sunak ile bir hayli ilginç bir atmosfer yaratmış. İçeri belirli sayıda insan alıyorlar ve giriş ücreti 3€. Bu salonun dışında binanın kendisi de oldukça güzel. Salona girene kadar binanın koridorlarını gezme şansı da elde ediyorsunuz. Duvarlardaki ve tavandaki süslemelerin dikkatinizden kaçmayacağını düşünüyorum.
Cathedrale Metropolitana di San Pietra: Diğer adı ile Bologna Katedrali, 70m ile şehirdeki en yüksek ikinci çan kulesine sahip olmasının yanı sıra atlattığı deprem ve yangınlara rağmen hala ayakta. 1220’li yıllardaki depremden etkilenmesine rağmen, katedralin yenilenmesi 1600’lü yıllarda gerçekleşmiş. Elbet değişikliğe uğramış olmasına rağmen, bu kadar uzun yıllardır orada dikiliyor olması çok etkileyici değil mi? Bu son cümleyi Bologna’daki bütün yapılar için söylediğimi kabul edelim. Katedrali gezmek ise ücretsiz.
Le Due Torri: Garisenda e degli Asinelli: Bologna ile özdeşleşmiş, Bologna’nın adını Orta Çağ’ın Manhattan’ı olarak hafızalara kazımış yüze yakın kuleden, bugün ayakta kalanlardan iki tanesi Grisenda ve Asinelli kuleleri. Pisa Kulesi kadar yamuk olmalarına rağmen, onun kadar ünlenmedikleri aşikâr. Haziran 2017 tarihine kadar güçlendirme çalışmaları için tadilata alınan kulelerin, 498 basamak çıkarak zirvesine ulaşmak bize nasip olmadı. Ancak zirveye ulaşanlara şahane bir Bologna manzarası sunduğuna eminim. Asinelli Kulesi, 1109-19 yılları arasında Asinelli ailesi tarafından yaptırılmış. Altındaki portico’larda Orta Çağ pazarlarını hatırlatan birkaç el sanatları dükkânı ve atölyeler mevcut. Garisenda ise daha kısa ve daha yamuk olanı. Giriş ücreti 3€, Bologna Kartınız varsa ücretsiz.
Basilica di San Giacomo Maggiore: 1267-1315 yılları arasında inşa edilen bu kilise Bologna’daki en önemli erken Rönesans eserlerinden biri olarak kabul ediliyor. Gotik, Romanesk ve erken Rönesans mimarisinin harmanlanmasıyla ortaya çıkmış. Bunlar da nedir diye sorarsanız, turistler İçin Mimari Sözlük yazımı okuyabilirsiniz. Gezmek ücretsiz.
Basilica di San Domenico: Bu kiliseyi de gördükten sonra Bologna’daki kiliselerin çok ferah alanlar olduğuna karar verdim. Orta çağda yapılmış kiliselerin aksine içleri oldukça aydınlık. Burayı gezmek için bir sebep daha; Michelangelo’nun melek heykelleri. Ayrıca kilisenin olduğu mahallede çok renkli ara sokaklar var.
Basilica di Santo Stefano: Burayı yazarken küçük çaplı bir şok geçiriyorum. Çünkü buraya gittiğimi sanıp, döndüğümde gitmediğimi fark ettim. Bu sebeple hayal kırıklığım büyük. Bu kilise aynı zamanda “Seven Churches” yani Yedi Kilise olarak biliniyormuş. Kuruluş hikayesi hakkında da ortak bir görüşe ulaşılamamış. Santa Stefano Meydanı’nda vakit geçirebileceğiniz tatlı kafeler ve sonrasında yolunuza devam edebileceğiniz kırmızı turuncu sarı Bologna sokakları çok keyifli.
Basilica di San Francesco: Maggiore Meydanı’ndan 10 dakikalık bir yürüyüşle ulaşabileceğiniz kiliseye giderken Bologna’nın tarihi merkezinin dışındaki yaşam alanlarını da görme şansı elde edebilirsiniz. Fark edeceğiniz üzere, bu kilisenin de dış görüntüsü diğerlerinden pek farklı değil. Gotik ve Romanesk mimari ile yapılmış.
Pinacoteca Nazionale: Yavaş yavaş üniversite bölgesinin sınırları içine giriyoruz. Üniversite’yi Bologna’da değil, Bologna’yı Üniversite kampüsünün içine kurmuşlar gibi hissedeceğiniz bir şehir burası. Ulusal Müze (Pinacoteca Nazionale) de Güzel Sanatlar Akademisi’nin olduğu binada bulunuyor. Floransa’da henüz “Madonna with Child” tabloları ve fresklerine yeteri kadar doymadıysanız burayı gezebilirsiniz. Hatta doyduysanız bile gezebilirsiniz. İtalyan ailelerinin, yaşadıkları şehirlere iz bıraktıklarına Floransa yazımda Medici Ailesi üzerinden değinmiştim. İtalyan tarihine hâkim olmamakla birlikte kültürel miraslarını koruma konusunda çok başarılı olduklarını söyleyebilirim. Napolyon döneminde, buradaki en önemli eserler Paris ve Milano’ya transfer edilmiş ve Fransız İmparatorluğu yıkılana kadar orada kalmış ancak önemli olan ise orada bırakılmayıp şehre geri getirilmeleri. Güzel Sanatlar Akademisi’nin hikayesi ile iç içe geçen Pinacoteca Nazionale 1885 yılında açılmış. Giriç ücreti: 6€.
Via Zamboni/ Piazza Rossini/ Teatro Comunale di Bologna: Via Zamboni’yi öğrencilerin haç yolu olarak tanımlayıp, Piazza Rossini’ye de kutsal durakları desem çok abartmış olmam sanıyorum. Akşam üstü Rossini Meydanı, etrafını saran pubları, kafeleri, dilim pizza satan pizzacıları dolduran öğrencilerle dolarak canlanmaya başlıyor. Kafelerde ders çalışma işini pek becerememiş bir öğrencilik geçmişim olduğu için, burada ders çalışanları takdir etmedim değil. Bu meydanda aynı zamanda bir konservatuar ve bir de tiyatro var. Akşamları ne kadar canlı olacağını tahmin etmeniz zor değil. Sokaklar erkenden boşalmıyor.
Finestrella di Via Piella: Herkesin “Küçük Venedik” olarak adlandırdığı Canale delle Moline, Canale di Reno’nun uzantısı olarak Via Piella üzerinde görülebilir. Bologna ile ilgili yazılarda sıkça bahsedilen “Bologna’nın Altı Sırrı” listesinde de yer alır.
Parco della Montagnola: Bologna’nın en eski parkı olduğu söylenen bu yeşil alanda gezindiğiniz zaman tarihi şehirden çıkıp Paris’te bir parkta geziniyorsunuz hissine kapılabilirsiniz. Parkın önünde Bologna’da çok da sık rastlamadığımız geniş bir cadde var. Via dell’Indipendenza yani alışveriş caddesini takip ederseniz de parka ulaşabilirsiniz. Parkın hemen karşısında Piazza dell Otto Agosto Meydanı’nda Cuma ve cumartesi günleri kurulan bir pazar olduğunu da belirtelim. Meydan aynı zamanda “Piazza del Mercato” olarak da biliniyormuş. 8 Ağustos Meydanı denmesinin sebebi ise Bolognalıların 8 Ağustos 1848 tarihinde Avusturya ordusunu yenmesinden kaynaklanmış.
Via del Pratello: Basilica di San Francesco Kilisesi’nin hemen arkasında kalan Via del Pratello tarihi merkezden uzaklaşıp, Bologna’da gece hayatının tadına varabileceğiniz en güzel adres. Bir şehirde bu kadar öğrenci olup, sessiz sakin gecelerin yaşanmasını beklemek olmaz değil mi? Olmuyor da nitekim. Via del Pratello’da hayat geç saatlere kadar devam ediyor. Gündüz geçerseniz rengarenk kepenkler ve birkaç açık kafe görebileceğiniz bu sokağa bir de gece uğrayın.
Görüldüğü gibi Bologna’da oldukça canlı bir hayat var. Bizim yıllardır küçücük şehir dediğimiz, ancak aktarma merkezi olarak kullanıp bir köşeye attığımız Bologna keşfedilmesi gereken bir durak. Üstelik henüz Bologna’nın midelerimize hitap eden o en güzel kısmını anlatmadım bile. Tarihi merkezle ilgili de eminim görüp de atladığım birkaç yer olmuştur. Porticoların altında yürürken karşınıza çıkan yüzlerce büyük kapıdan içeri giresiniz geliyor. Nitekim birçoğuna girip, burası üniversitenin bir bölümüymüş deyip geri çıkıyorsunuz. Bir kısmını da burası kesin üniversiteye aittir deyip es geçiyorsunuz.