Gezip görmek çok güzel. Ne var ki tatilleri güzelleştiren diğer bir nokta da yiyip içtiklerimiz. Kimi zaman lezzetli bir yemek kimi zaman iyi bir kahve yanında enfes bir tatlı, gezip gördüklerimizden daha çok akılda kalabiliyor. Brüksel seyahatinde bizim yeme-içme listemizi şekillendiren ise kahve durakları, atıştırmalıklar ve bira tadımları oldu. Brüksel’de ne yenilir ne içilir diye araştırmaya başlamadan bile ülkenin bira cenneti olduğu konusunda çoğumuzun ön bilgisi var. Yani fark edildiği üzere buradaki baskın öğe biracılar. Eh pek de haksız bir ün değil sanki. Diğer taraftan, şeker ve nişastanın krallığını ilan ettiği dünyamızda, Belçika bu alana da güzel bir yatırım yapmış. Çikolata ve patates. Uzun lafı kısası, en temel düzeyde Brüksel’de yeme içme aktivitesi, uzunca zamandır diyette olup bu pazar günü küçük bir kaçamağı hakkettim psikolojisinde, aklınıza gelen ilk atıştırmalıkların cenneti. Ancak tabi ki her yerde olduğu gibi sadece bundan ibaret değil.
Kısaca Belçika’nın en turistik yeme-içme değeri olan bira, patates ve çikolata üçlemesinin nasıl bu kadar ünlü olduğuna da bir bakalım. Tabi ki kakaonun İspanyollar aracılığıyla Avrupa’ya gelişinden başlatmayacağım hikâyeyi. Belçika çikolatasının şaha kalktığı zaman dilimi 20.yy olsa bu süreç 19.yy’da başlamış. Daha önceleri ise, çikolata eczanelerde bir nevi güçlendirici olarak satılıyormuş. 19.yy’da Berwaerts ilk tablet ve şekilli çikolataları satmaya başlamış. Aynı tarihlerde Neuhaus (1857), Côte d’Or (1883), Jacques (1896) ve Callebaut (1911) gibi bugün Belçika’nın en ünlü çikolatacıları da açılmış. Ancak 1900’lü yıllara gelindiğinde Belçika çikolata tarihini belirleyen dört önemli gelişme olmuş. Pralin denilen bitter, sütlü ve beyaz çikolata karışımından oluşan çikolatanın üretimi, ballotin adı verilen ve içine pralinlerin konulduğu kutuların ortaya çıkması, krem çikolatanın bulunması ve sıvı çikolatanın nakliyesi ile yemeye doyamadığımız Belçika çikolataları dünya çapında ün kazanmaya başlamış. 1912’de Jean Neuhaus ilk pralini üretirken, 1915’de eşi ballotin fikrini ortaya atmış. 1935’de Leonidas’ın kurucusunun yeğeni üstü bitter çikolata kaplı, Manon adı verilen pralinleri üretmiş. 1936’da Jacque içi praline kaplı çikolata barlarını piyasaya sunmuş, krem çikolata ise 1952’de Côte d’Or tarafından hayatımıza dahil edilmiş. Hal böyle olunca Brüksel de sokakları çikolata kokan şehir lakabını fazlasıyla hak etmiş. Bu saydığımız çikolatacılar Brüksel’in hemen hemen her yerinde var. Ancak Grand-Place ve çevresi bu mağazaların yan yana sıralandığı esas bölge. Galeries Royales Saint Huberts’de butik çikolatacıların vitrinlerine de göz atabilirsiniz.
Gelelim patates kızartmasına. Yıllardır French fries olarak duyduğumuz patates kızartması hangi ara Belçika’da böyle nam saldı, biz nasıl kaçırdık? Biraz araştırınca anlaşıldı ki bizim komşu Yunanistan ile yaşadığımız yoğurt sorunsalı Fransa-Belçika arasında patates kızartması üzerinden süregeliyormuş. Konuyla ilgili en çok kabul gören iki rivayet var. Belçika’da kabul gören rivayet patates kızartmasının Meuse’de ortaya çıktığı yönünde. Brüksel’e yakın, Namur kasabasında, Meuse nehrinden tutulan balıkların kızartılması yaygın bir gelenekmiş. Ancak ağır kış şartlarında donan nehirden balık çıkarmak imkansızlaşınca onun yerine patatesleri küçük balıklar şeklinde kesip kızartmaya başlamışlar. Fransa’da inanılan hikâye ise tamamen farklı. 1789 devriminin ardından Neuf köprüsü üzerinde patates kızartması satılmaya başlanmış. Söz konusu hikayelerin biri 17.yy’a diğer 19.yy’a uzandığı için artık hangisinin doğru olduğunu bulmak pek de mümkün görünmüyor. Fransız tarihçi Madeleine Ferriere bu hususta çok isabetli bir yorum yapmış. Patates kızartması, sonuç olarak bir sokak yemeği, işte bu sebeple kökenin bulmak da oldukça zor. Bunun üzerine aradaki farklara odaklanmışlar. Fransızlar, patates kızartmasını etin ya da herhangi bir ana yemeğin yanında tamamlayıcı bir ürün olarak kullanırken, Belçikalılar patatesi tek başına yemeği seviyor. Yani bir tarafta çatallarla yenen patatesler varken, diğerinde işin içine parmaklar giriyor. Kulağa biraz tuhaf gelebilir ama Belçika Kızartmacılar Birliği Başkanı (oldukça tuhaf bir esnaf odası) Belçika’da 5000 kızartmacı olduğunu ve Belçikalıların %90’ının ayda en az bir kere buralarda yediklerini belirtiyor. Yani işin özü, Belçikalılar patates kızartmasına sıkı sıkıya bağlı. Bruge’de bir kızartma müzesi bile var. Brüksel’deki en popüler kızartmacılardan biri de Le Fritkot.
Patates olur da yanında bira olmaz mı? Belçika bu anlamda bir cennet. Biradan pek de anlamayan biri olarak neden Belçika birası diye bakalım dedik. Biranın tarihi oldukça eski. Ancak tıpkı çikolatanın serüveni gibi daha yakın döneme göz atalım. Belçika’da bugünkü bira geleneğinin temelleri orta çağda keşişlerin üretimlerine dayalıymış. Keşişlerin, tarım ve hayvancılıkla olan bağı, aynı zamanda içme suyundaki kalite sıkıntısı, keşişleri kendi içeceklerini üretme yoluna götürmüş. Bölge şarap üretimine çok elverişli olmadığı için, keşişler ve yerel halk bira üretimine yönelmişler. Bira yapımında kullanılan şerbetçiotu da bu keşişler tarafından kullanılmış. 17.yy’a gelindiğinde birçok yerel bira ortaya çıkmış bile. Sanayi devrimi ve pilsner tekniğinin bulunmasıyla da denemeye çalıştığımız, içinden seçemediğimiz yüzlerce bira bugünlere gelmiş. 1900 yılında Belçika’da 3.223 tane birahane bulunuyormuş. Eh ülkenin yüzölçümü göz önüne alındığında, oran gerçekten de yüksek. Sarışını, esmeri, beyazı, arpası, buğdayı, tatlısı ekşisi derken Brüksel’de gittiğiniz bir birahanede bira seçmekte biraz zorlanıyorsunuz. Ancak bu konuda herkes size yardımcı olacaktır. Şüpheniz olmasın. Herkesin verdiği bir tavsiye de bizden gelsin. Gitmişken buralarda içebileceğiniz Belçika biralarını pas geçin.
Bizim Yolumuzun Kesiştiği Yerler
Başlamadan önce bir genelleme yaparsak, Brüksel’in yeme-içme hususunda en mutlu eden bölgeleri bizce Saint-Gilles, Ixelles, Sablon ve Marolles, merkezde is Saint Catherine Meydanı ve çevresi. Gözümüze kestirip giremediklerimizi de listeye ekledik.
Peck 47: Brüksel’in merkezinde özellikle kahvaltısı ile oldukça meşhur bir mekan olan Peck 47’nin önünde sıra bekleyen insanlar görürseniz şaşırmayın. Kahve ve kruvasan dışında bir kahvaltı yapmak isterseniz güne Peck 47’de başlamak doğru bir seçenek. Hem mekân çok tatlı hem de menüleri oldukça lezzetli. Daha çok İngiliz ve Amerikan kahvaltı seçenekleri sunan ama aynı zamanda güne tatlıyla başlamaktan keyif alanlar için gronalalı tarifler sunan da bir yer. Adres: Rue du Marché aux Poulets 47, 1000 Bruxelles, Belçika
Cafe Capitale: Özellikle pazar günü, erken saatlerde kendinizi sokaklara atanlardansanız ve yollara düşmeden önce iyi bir kahve ve atıştıracak bir şeyler arıyorsanız doğru adres burası. Pazar günü birçok mekân kepenkleri açmamışken açık olması ile kalbimizi kazanan Cafe Capitale, bizce merkezde uğranması gereken yerlerden bir tanesi. Adres: Rue du Midi 45, 1000 Bruxelles, Belçika
L’Aubette Kafe: Brüksel’de pazar gününe yakışan kafe-restoranlardan bir tanesi de L’aubette. Sessiz sakin, antikacıların bulunduğu bir sokakta, şehirli bir mekân. İster kahve içmek için uğrayın, isterseniz güzel bir öğle yemeği molası verin. Vejetaryenler için de uygun bir durak. Adres: Rue Blaes 114, 1000 Bruxelles, Belçika
L’Atelier en Ville: Brüksel’deki üç şubesiyle aynı konsepti sunsa da sanki her bir mekân günün farklı zaman dilimlerinde uğramak için tasarlanmış gibi. Kahve ve yiyecek servisinin yanında tasarım obje ve kıyafetler de satın alabileceğiniz bir konsepti var. Livoune’daki şubesinde pazar günü brunch yapabilirsiniz. Bizim gittiğimiz Ixelles’deki L’Atelier en Ville de gün ortası molaları için nokta atışı diyebiliriz.
Parlor Coffee: Uzun zamandır yediğimiz en iyi çikolatalı keki bize sunan Parlor Coffee’ye teşekkür ediyoruz. “Brüksel’deki en iyi kahveciler” gibi listelerde kendine yer edinmiş kahveci, Belçikalı-Japon bir çift tarafından işletiliyor. Listenizde Horta Müzesi’ni ziyaret varsa, Parlor Coffee müzeye çok yakın. Damak tadınıza göre bir kahve, yanında enfes çikolatalı kek ile hemen girişteki camın önüne kurularak yorgunluk atabilirsiniz. Pazartesi günleri kapalı olduğunu not düşelim. Adres: Chaussée de Charleroi 203, 1060 Saint-Gilles, Belçika
Hinterland: Saint-Gilles’de gözümüze çarpan bir diğer nokta ise Hinterland oldu. Parlor Coffee ile aralarında sadece metreler bulunan bu mekân, köşe bir dükkân olması sebebi ile ekstra sempatik. Üstelik sloganları da tam olarak mekânı tamamlıyor: Urban Refuge. Kahvaltı için de tercih edilebilecek bir yer. Pancake yemek için bile gidilebilir. Glütensiz seçenekleri ile de kimseyi mağdur etmiyor. Adres: Chaussée de Charleroi 179, 1060 Saint-Gilles, Belçika
PinPon: Marolles’de Place du Jeu de Balle’de eski itfaiye binasının avlusunda çok da eski olmayan restorana Marolles turu esnasında uğrayabilirsiniz.
Ballekes: Saint Gilles, bu yazıda da belirtiğim gibi, Horta Müzesi dışında tamamen sokaklarda dolanıp, o kahveci senin, bu tatlıcı benim gezip, vitrinlere bakmaya dayalı bir deneyim oldu. Biraz serserilik yaptık. Ballekes de yine burada tesadüfen karşılaştığımız ve Saint Gilles’de yaşayanların çok sevdiğine karar verdiğimiz, Belçika mutfağını fast-food tarzı servisle sunan bir köfteci. Tavuk, dana ve domuz eti arasında seçim yapabileceğiniz, patates kızartması ve bira ile tamamlayabileceğiniz menülerin oldukça doyurucu olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Bizim dışımızda bir turistle karşılaşmadığımız mekan hem lezzet hem de dekorasyon açısından başarılı.
Arcadi Cafe: Brüksel’in merkezinde Galerie Royales Saint Huberts’in sonunda karşınıza çıkacak Arcadi Cafe, her şeyden önce eski ve nostaljik havasıyla biraz vakit geçirtme isteği uyandırıyor. Evet, çoğumuz modern restoranları, hipster kahvecileri çok seviyoruz. Ancak, duvarları kaplayan eski fotoğraflar, bir koleksiyonu andıran teneke kutular, posterler ile 2000’lerden geriye fırlatılma hissi de iyi geliyor. Çok sevdiği ahşap mobilyalarını atmaya kıyamayan büyük ailemizin bir işletmesi gibi. Burası ününü kişleriyle elde etmiş. Dilimler oldukça büyük. Bir dilim kişi iki kişi paylaşarak sizi kendi nostaljinizle baş başa bırakalım.
Kipkot: Saint Catherine Meydanı’nda genelde balık restoranları ve midyeciler var. Deniz mahsulleriyle aranızda mesafe varsa, Kipkot’un kızarmış tavuklarını deneyebilirsiniz. Brüksel’de lezzetli tavuk yiyebileceğiniz başka bir adres de La Pouletterie en Ville.
Listemizde olup da gidemediğimiz adresleri de buraya bırakıyorum.
- MOK Specialty Coffee Roastary (Kanala çok yakın, MIMA’ya giderseniz önünden geçme olasılığınız oldukça yüksek)
- OR Espresso Bar
- Ja’t Café
- Bocca Moka (Kopi Corner)
- Cipiace (İtalyan Restoranları her zaman favorimiz. Saint Gilles’deki bu restorana kapalı olduğu için gidemedik)
- Nona (İtalyan Restoranı)
- Hortense (Kokteyl Bar)
- Skievelat (Sablon
Nerede İçtik?
Le Poechenellekelder, Belçika biralarının tadına bakmak için seçtiğimiz ilk adres oldu. Akşam üstü gittiğinizde yer bulmak sorun olmasa da ilerleyen saatlerde tepenizde bekleyen bir grup insanla karşılaşma olasılığınız oldukça yüksek. Adını telaffuz edemediğimiz birahaneyi biz sevdik. Manneken Pis’in olduğu sokakta olmasına rağmen fiyatlar çok yüksek değil.
Moeder Lambic Fontains: Biracılar konusunda biraz daha popüler mekanlardan yana kullandık hakkımızı. Brüksel’de iki tane Moeder Lambic var. Biri Moeder Lambic Fontains diğeri Saint Gilles’deki Moeder Lambic Original.
Au Bon Vieux Temps: Fransızca “eski güzel zamanlarda” anlamına gelen Au bon Vieux Temps’ın içine girdiğinizde mekânın gerçekten de eskilerde kaldığını anlıyorsunuz. Kilise havasını andıran kafe-bar biraz basık olmasının dışında akşam üstü birası için uğranabilecek bir adres.
Archiduc: Borsa Meydanı’na açılan Antoin Dansaert Caddesi’nde bulunan Archiduc 1937 yılında borsacıların ve sekreterlerinin kullanımı için açılmış. Archiduc’ün Jaz Bar konseptine dönüşmesi 1953 yılında Stan Brenders tarafından gerçekleşmiş. Hafta sonları 17.00 ile 19.00 arasında farklı sanatçıların jazz performanslarına denk gelebilirsiniz. Yapmanız gereken zile basıp içeri girmek ve kendinize bir yer bulmak.
Gerek gezdiğimiz turistik yapılar, müzeler gerekse mola verdiğimiz mekanlar bize Brüksel’i sevdirdi. Yeme-içme konusunda Brüksel’e gitmeden uzunca bir liste yaptık. Ancak, malum insan bünyesinin de sınırları var. Vakit ve fiziki kapasitemiz sebebi ile üç güne sığdırabildiklerimizi sizinle paylaştık. Kendi listenizi de oluştururken fikir vermesi dileğiyle…
Herkese keyifli seyahatler…