Brüksel Gezi Rehberi

Brüksel Gezi Rehberi

Belçika’nın başkenti Brüksel, acaba kalıp yargılara kurban ettiğimiz bir şehir mi yoksa gerçekten şehirle aramıza mesafeler koyan bir şeyler mi var? Brüksel’i sevmeme konusunun biraz abartıldığını düşünenlerdenim. Koca koca meydanlar, geniş bulvarlar arıyorsanız Brüksel size istediğinizi vermeyecek, sizi hava alanından kalkan ilk trenle Paris’e alalım. Ancak kiremit kaplı evleri, küçük ama devasa gotik yapılarla çevrelenmiş eski kent meydanı, asıl hayatın devam ettiği St.Gilles ve Ixelle bölgeleri ile Brüksel’de keyifli bir hafta sonu geçirebileceğinize eminim. Nitekim bu bölgeler bir araya geldiğinde uzunca bir Brüksel’de Gezilecek Yerler listesi çıkıyor bile. Bir taraftan Fransızca, diğer taraftan Felemenkçe arada bir de Almanca kulağınıza çalınıyor. Şehir zaten kendi başına yeterince kozmopolit. Brüksel, aynı zamanda Avrupa Birliği’nin yönetim merkezi, hal böyle olunca expatlar da bu cümbüşe dahil oluyor. Brüksel’e içinde barındırdığı politik, bürokratik boyutları bir tarafa bırakarak, sadece şehir olarak bakmaya çalıştığınızda, seveceğiniz bir şeyler bulabilirsiniz. Amacımız Brüksel’e yerleşmek olmadığına göre, karşınıza ucuz bilet çıktığında şansınızı değerlendirin derim.

Brüksel Sokakları çizgi roman müzesi gibi. Belçika’nın çizgi roman konusundaki çeşitliliğini de aklımızda tutalım

Brüksel’in turistik noktaları insan üstü bir çabayla belki bir günde bile gezilebilir. Ancak bu şartlar sadece bir eleme yaptığınız taktirde mümkün olacaktır. Bir taraftan biraları ile nam salmış bir ülkenin başkentinde olduğumuzu hatırlarsak, Brüksel’e dolu dolu üç gün ayırın ki aklınızda bir şey kalmasın. Başlamadan konaklama ve ulaşım konusuna da değinmek gerekirse;

Brüksel’de ulaşım tipik bir Avrupa şehrinde olduğu kadar rahat. Metro, tramway ve otobüs hatları ile istediğiniz her yere kolaylıkla ulaşabilirsiniz. Genel olarak pek ihtiyaç duymayacaksınız, ancak yine de birkaç sefer kullanmanız gerekebilir. Önerimiz toplu bir ulaşım kartı almak yerine ihtiyaç duydukça satın almanız yönünde. Brüksel ulaşım tarifeleri şu şekilde:

  • Tek kullanımlık metro bileti: 2.10€
  • 5 Seyahatlik metro bileti: 14,00€
  • 24 Saatlik metro bileti: 7,50€
  • 48 Saatlik metro bileti: 14,00€

Daha fazla bilgi için bu siteye bakabilirsiniz. Hatırlatalım bu biletler Havaalanı ve Bourget bölgesinde geçerli değil.

Zavantem Brüksel Havalimanı ve şehir merkezi ulaşımında tren kullanmak en akılcı yol. Hava alanının -1. Katından tren istasyonuna ulaşabilirsiniz. Makinalardan bilet alabileceğiniz gibi gişelerden nakit ödeme ile de Bruxelles Central İstasyonu için biletinizi alabilirsiniz. Hava alanı istasyonu aynı zamanda şehirler arası birçok trenin geçtiği bir durak olduğu için, treninizin kalkacağı peronu ekrandan kontrol ederken, trenin varış noktasına göre kontrol etmeniz gerekir. Aynı şekilde, Bruxelles Central’den Havalimanına giderken, birkaç tane Bruselles Airport treni görebilirsiniz. Önemli olan havalimanında duruyor olması. Biletinizi atmamanızı da hatırlatalım ki havalimanına vardığınızda istasyondan çıkarken sorun yaşamayın.

Tek kullanımlık tren bileti: 8,90€.

Charleroi Havalimanı-şehir merkezi ulaşımı için en uygun yol ise havaalanından kalkan otobüsler gibi görünüyor. Bu yolu kendim deneyimlemediğim için sadece okuduklarımı aktarıyorum. Otobüsler, Bruxelles Midi durağına kadar götürüyor. Konakladığınız yere göre, metro ya da otobüslerle bir güzergâh çizebilirsiniz.

Brüksel limitleri zorlayacak derecede pahalı bir Avrupa şehri değil. Müze girişleri 8,00€ ile 10,00€ arasında değişiyor.

Brüksel’de konaklama tercihinizi Brüksel Merkez İstasyonu’na göre yaptığınız taktirde hem turistik aktivitelerin göbeğinde olacak hem de ulaşım konusunda hiçbir sıkıntı yaşamayacaksınız. Konakladığımız oteli buraya bırakıyorum. Üç günlük kısa süreli gezilerde her zaman merkeze yakın olma taraftarayım. Böylelikle, biraz daha uzak noktalar için yürümeye başladığınızda yolunuz illa ki turistik yapıların, meydanların önünden geçmiş oluyor. Hem de defalarca. Her seferinde başka bir yolu deneyimleme, başka bir sokaktan geçme şansını elde etmiş oluyorsunuz. O yüzden bu önerimi Brüksel için de yineleyeceğim.

Haritayı açıp Brüksel’e baktığınızda aslında küçük ve yakın gibi görünen ancak yürümeye başladığınızda fazlaca kilometre yapacağınız bir parkur sunuyor şehir. Bu sebeple bazı yerlerde direnmeyip metroya binmekte fayda var.



Brüksel Gezilecek Yerler

Ilot Sacré/ Grand-Place

Brüksel’in turistik kalbi olarak adlandırabileceğimiz bu bölge, Brüksel gezilecek yerler listenizin büyük bir kısmını tamamlatıyor.  Küçük bir bölge olmasına rağmen, her zaman aynı yolları kullanmayın. Çünkü burada çok tatlı meydanlar var. Es geçmek istemezsiniz. Grand Place, bitişik nizam görkemli gotik yapılarıyla önce biraz aklınızı uçuracak. Öyle mi çeksem böyle mi çeksem, kadraja nasıl sığdırsam diye düşünürken, etrafınıza bakmayı, binaların detaylarına göz atmayı unutmayın. Fotoğraf çekmek istiyorsanız pazar sabahı meydan bomboş oluyor. Çöp kamyonları dışında kadraja almamaya çalışacağınız başka kimseler olmayacak. Ancak vaktiniz kısıtlı. Öğlene dolu bir anda hareketleniyor şehir. Meydanı kaplayan iki devasa yapıdan bir tanesi Belediye Binası (Hotel de Ville de Bruxelles), tam karşısındaki karanlık gotik yapı ise Brüksel Şehir Müzesi. Meydandan uzaklaşmadan birkaç müze daha gezmek isterseniz, Bira Müzesi (Musée de la Bière), Kostüm ve Dantel Müzesi (Musée du Costume et da la Dentelle) ve Çikolata Müzesi’ni (Musée du cacao et du Chocolat) de alternatif olarak not edebilirsiniz.

Grand-Place

Les Galeries Royales Saint Hubert: Brüksel’in en güzel çikolata dükkanlarının şov yaptığı, Paris esintileri hissedeceğiniz pasaj yaklaşık yüz elli yıl önce açılmış. Mimar Jean-Pierre Cluysenaan’ın elinden çıkma bu pasaj, açıldığından itibaren, şehrin hem ticari hem kültürel hem çalışma alanlarını bir araya toplamış. Bu pasajdan yılda altı milyon kişi geçiyormuş. Kuşkusuz Brüksel’in en hareketli noktalarından biri olan pasajda, Tropissmes Kitapçısı’na bir bakmadan çıkmayın derim.

Manneken Pis: Simge haline gelmiş küçük heykel. Grande Place’a çok yakın bir noktada önündeki kalabalıktan tanıyabilirsiniz. Bir de kadın versiyonunun olduğunu biliyor musunuz? Jeanneke Pis

Place de la Bourse: Meydana adını veren Brüksel Borsa Sarayı’nın hikayesi 1873 yılında başlamış. Borsa Sarayı’nın alt katında bir müze var. Dilerseniz müzeyi gezebilir dilerseniz, Brüksel’in Chinatown’u olarak adlandırılan Rue de Sainte-Catherine caddesi üzerinden St.Catherine Meydanı’na ulaşabilirsiniz. Brüksel’in meşhur midyelerinin tadına bakmak için St.Catherine Meydanı’nda bulunan Noordzee çok meşhur bir adres olmasına rağmen, bizdeki balık ekmekçileri andıran sipariş yöntemi ile ilgi çekiyor. Bu konu hakkında detaylı bilgiyi yeme-içme rehberine saklayalım. Saint-Catherine oldukça hareketli bir meydan. Sadece turistler değil bolca lokale de denk geleceksiniz. Akşamları da uğranabilecek bir adres.

Chinatown-Brüksel

MIMA: The Millennium Iconoclast Museum of Art, çağdaş sanat severler için çok taze bir alternatif. Pazartesi ve Salı günleri kapalı olduğunu not ederek başlayalım. Nisan 2016 yılında kurulan müzede dönemsel sergileri gezebilirsiniz. Biz İsveçli sanatçılar Akay&Olabo’nun Stokolm çevresinde terk edilmiş binalardan, depolardan, boş ofislerden topladıkları materyaller üzerinden kurguladıkları “Wonderland” temalı sergiye denk geldik. Kanalın karşı yakasında bulunan müzeye Grand Place’dan yürümeniz yarım saatinizi almayacak. Giriş ücreti: 9,50€.

Gezdiğimiz en iyi çağdaş sanat müzelerinden biri olabilir !

Mont des Artes (Kuntsberg): Brüksel Kraliyet Sarayı’nın bulunduğu bölge aynı zamanda Brüksel’in en keyifli müzelerinin olduğu kısım. Kraliyet Meydanı’na ulaşana kadar yürüyeceğiniz caddenin sağında ve solunda Güzel Sanatlar Müzesi, Magritte Müzesi, Fin de Siècle Müzesi, Müzik Aletleri Müzesi ve Bozar’ı göreceksiniz. Bu bölgeye “Sanat Tepesi” denmesi şaşırtıcı değil. Biz tercihimizi Güzel Sanatlar Müzesi ve Margritte Müzesi’nden yana kullandık. Kesinlikle gezmeye değer. Yolun sonunda ise Brüksel Kraliyet Sarayı ve hemen karşısında Warandepark sizi karşılayacak. Brüksel’e bir bahar ya da yaz günü gidiyorsanız park çok daha keyifli olacaktır.

Mont des Artes

Sablon: Margritte Müzesi ve Güzel Sanatlar Müzesi’nin bulunduğu Rue de la Régence Caddesi’ni takip ettiğiniz zaman Sablon’a ulaşacaksınız. Sablon, Brüksel’in turistik yüzüne doyduysanız, keşfetmekten keyif alacağınız bir mahalle. Hafta sonları kurulan antika pazarları, ikinci el kitapçılar, bolca Brüksel çikolatası ve sizi bekleyen kokteyl barları ile Brüksel’in gündelik yüzünü size gösteriyor. Petit ve Grand Sablon olmak üzere iki meydanı olan bölgede, Palais d’Egmont’u ve Notre-Dame Kilisesi’ni ziyaret edebilirsiniz.

Sablon-Marolles arasında birçok antikacı gezebilirsiniz

Marolles: Sablon’un komşu mahallesi Marolles’de akıllara gelen ilk aktivite Jeu de Balle Meydanı’nda kurulan bit pazarını ziyaret etmek. Sablon ve Marolles’ün sokaklarında tura çıkmak bizce Brüksel’de Pazar sabahını değerlendirmenin en keyifli yolu. Marolles hikayesi olan bir mahalle. Belki bir kıyaslama yapmak gerekirse Paris’in Marais’i gibi. Marolles 12.yy’da işçi ve zanaatçıların yaşadığı bir mahalleymiş. Aynı zamanda “Quartier de la Chapelle” (Küçük Kilise Mahallesi) olarak da biliniyormuş.  Bu kilise (Notre Dame), Brabon Dükü’nün topraklarında kalıyormuş. Tekstil, metal, inşaat işçileri genellikle bu bölgede yaşarmış. Toplumsal tabakanın alt basamağında bulunan sınıfın, diğerlerinden dışlanması sadece hayali ya da toplumsal çizgilerle değil fiziki çizgilerle de gerçekleşmiş. 13.yy’da şehri korumak için, duvarlarla çevrilen şehrin sınırları dışında bırakılmış Marolles ve sadece bir kapı ile şehre girişleri sağlanmış. Daha sonra yeni bir güçlendirme ihtiyacı duyan şehir bu kez Marolles’ü de içine almış, ancak önceki duvarlar yıkılmadığı için Marolles adete bir gettoya dönüşmüş. Bahsedilen duvarlar uzun yıllar, şehirdeki toplumsal ve ekonomik sınırların da göstergesi olmuş. Marolles’de çok eski ve tablo gibi binalar görebilirsiniz. Biraz dikkat etmek gerek. Birkaç tüyo verelim: Rue Haute No:182-184, No:50 ve Rue de Nancy: No:16-18 No:6-8, Les Brasseries Vassen ve Palais de Vin. Marolles’ün tarihinden bahsetmişken, 1857’de yapılan Adalet Sarayı’na (Palais de Justice) da göz atmayı unutmayın. Şimdilerde Marolles için yeni bir tartışma konusu var: “Sablonisation”. Marolles şu anda genç nüfus için, Sablon’un alternatifi gibi görünüyor. Sablon’daki yüksek kiralar, birçok antikacının dükkanını Marolles’e taşımasına sebep olmuş. Tabi ki bir yerine geçme söz konusu değil. Marolles’ün eski sakinleri ve yeni gelenler şimdilik bir aradalar. Marolles’e, ikinci güçlendirme zamanında yapılan ve şehrin güney kapısı olarak adlandırabileceğimiz Port de Hal’den geçerek veda ediyor ve Saint Gilles’e merhaba diyoruz…

Marché aux puces: Antika Pazarı

Saint Gilles:

Brüksel’in turist kalabalığına tamamen sırtınızı dönüp, Brüksellilerin arasında kaybolma zamanı. Aşağı ve yukarı olarak ayrılmış Saint Gilles bölgesi, hem art nouveau binaların olduğu şık mahallelere hem de kozmopolit bir yapıya sahip. Tam da bu kozmopolitliğinden mütevellit yeme-içme konusunda da birçok alternatif sunuyor. Saint Gilles’i turistlerin odağına sokan yer ise Horta Müzesi. 1861 doğumlu Horta, Art Nouveau tarzında çalışmalar yapan, Belçikalı ünlü bir mimar. Brüksel’in farklı yerlerinde Horta’nın tasarladığı birçok bina görebilirsiniz. Bunlardan en ünlüsü ise Mont des Arte’daki MIM Müzesi’nin binası. Horta Müzesi, Horta’nın bir dönem yaşadığı ve atölye olarak kullandığı ev. Öğleden sonra 14.00’de açılan müzede fotoğraf çekmek yasak. Horta Müzesi dışında Saint Gilles deneyimi tamamen sokaklarda dolaşmaya, o kahveciden kalkıp diğerine geçmeye, vintage mağazaların vitrinlerine bakmaya dayalı.

Saint Gilles

Saint Gilles’in sınırları Boulevard de Waterloo ve Avenue Louise ile kesişiyor. Bu iki büyük caddede lüks mağazalar ve tasarım butikler eşliğinde dolaşırken, şehirlerin nasıl bir eritme potası olduğunu daha iyi anlıyorsunuz. Arkanızda bıraktığınız Saint Gilles ile dolaştığınız meydanlar arasında kesin çizgilerle ayıracağınız farklar olmasa da o geçişi hissedebiliyorsunuz.

Brüksel Mimarisi

Haydi Biraz Metro Kullanalım: Cinquantenaire

Brüksel görsellerindeki meşhur Zafer Takı’nı görmek için Schuman metro istasyonunda inip biraz yürümeniz yeterli. Metrodan çıktığınızda, Avrupa Birliği haberlerinin en sevilen arşiv görüntüsü olan Avrupa Birliği Konseyi Binası ile karşılaştığınızda başka bir şehre ışınlandığınızı düşünseniz de o küçük gotik meydana hala birkaç metro durağı uzaklıktasınız. Quartier Européen ve Etterbeek arasında kalan Cinquantenaire Parkı’nın sonunda Zafer Takı, solunda Askeri Müze ve sağında ise Autoworld kalıyor. Pazar gününe özel mi emin olmamakla birlikte, zafer takının önünde sergilenen klasik arabaları görmek Cinquantenaire’in en sevdiğimiz yanı oldu. Uçak ve askeri tarih meraklıları sola, araba sevdalıları sağa ayrılıp tekrar buluştuktan sonra, Art Nouveau tarzı çalışmaları ile ünlü mimar ve dekoratör Paul Cauchie’nin evi ve kişisel eşyalarının sergilendiği La Maison Cauchie’yi ziyaret edebilir, Leopold Park’ta dinlenebilirsiniz. Ben beyaz yakalıyım, buralara kadar gelmişken, hatırı sayılır beyaz yaka kaynağına sahip Google Ofisini görmeden dönmek olmaz diyebilirsiniz. O halde doğru yerdesiniz.

Cinquantenaire

Tour&Taxis, kanalın karşısında şehrin merkezi ile kıyaslandığında oldukça yeni hatta yepyeni bir konsept. Her ne kadar eski bir depo olsa da ortaya çıkan atmosfer bir milenyum çocuğu. Tour&Taxis için İstanbul’daki Bomontiada örneğini versek doğru bir benzetme yapmış oluruz. Kültürel faaliyetler, konserler, festivaller, atölyeler gibi birçok etkinliğin düzenlendiği bir kampüs olarak tanımlayabiliriz. Alternatif bir Brüksel görmek istiyorsanız, listenin en başına bu adresi not edin. 2000’li yılların başında ortaya çıkan

Biz Göremedik Siz Görün:

Brüksel’e gidip ayrıntıda kaybolduk ama ayaklarımız bizi en önemli turist cazibe merkezlerinden biri olan Atomium’da kapsayan Laeken bölgesine götürmedi. Kahve ve yemek molalarını biraz daha kısa tutup Laeken’e de yarım gününüzü ayırdığınız takdirde Atomium, Pavillion Chinois ve Laeken Şatosu’nu ziyaret edebilirsiniz.