Bükreş GeziLecek Yerler vol.2: Bir İlginç Şehir

Bükreş GeziLecek Yerler vol.2: Bir İlginç Şehir

Bükreş… Romanya’nın başkenti… Türkiye’ye göre ucuz kalan ender şehirlerden bir tanesi. Üstelik yakın oluşunu da göz önüne aldığımızda tam bir hafta sonu rotası olarak göze çarpmaya başlıyor bile. Bükreş’te ne var ne yok bakmadan önce, Bükreş seyahatinizi kolaylaştıracak Bükreş Gezi Rehberi: Bükreş’e Adım Adım bakmanızı öneriyorum.

Bükreş’te gezilecek yerler listemizde tahmin edebileceğiniz gibi bolca kilise, bolca yeşil alan ve tahmin edemeyeceğiniz gibi birçok müze var. İşleri biraz kolaylaştırmak adına şehri kafamda dört bölgeye ayırdım. İyi bir planlama yapmak için işe yaradığını da söyleyebilirim.

  • Centrul Vecihi (Old Town/Lipscani)
  • Calea Victoriei
  • Kiseleff
  • Parlamento Binası ve çevresi

Bu dört bölge arasında gezinirken, Bükreş size birçok farklı görseller sunacak. Kimi zaman klasik bir Avrupa şehrinde gezindiğinize ikna olurken, kimi zaman bu şehrin daha ziyade Sovyet izleri taşıdığını düşüneceksiniz. Artık şehrin basit bir Paris kopyası mı yoksa özellikle ileriki yıllarda turistlere daha fazlasını vadedecek yeni bir rota mı olduğuna siz karar verin.

Bükreş Old Town

Old Town/Lipscani:

Haritaya Bükreş yazdığınızda, kırmızı iğne işte tam olarak burayı işaretliyor. Konum olarak da şehrin tam merkezinde yer alan bu bölge, yeme-içme konusunda akıllara İstiklal Caddesi’ni getiriyor. Akşamları daha da hareketlenen bölge, konaklama için de seçilebilecek uygun adreslerden bir tanesi. Peki Old Town/ Lipscani’de görülmesi gereken yerler nereler?

Curtea Veche: Girişinde nam-ı diğer Kont Drakula ya da Kazıklı Voyvoda, resmi adıyla III. Vlad Tepeş’in büstü ile sizi karşıladığı, şimdi harabe gibi görünen bu kale, Bükreş’in en eskilerinden bir tanesi. 13-15.yy arası inşa edildiği biliniyor. Vlad Tepeş tarafından yaptırıldığı söylenen Curtea Veche, daha sonra genişletilmiş. Ancak birçok tarihi eserin başına gelen yangın gerçeği ile 19.yy’da karşılaşan yapıdan şu an geriye pek de bir şey kalmamış. Ana bölümde arkeolojik kazılar devam ettiği için kapalı ancak kiliseye giriş mümkün. Giriş ücreti 5 Lei.

Biserica Sfantul Anton: Curtea Veche’nin yanında göreceğiniz kilise, dış cephe itibari ile size pek de eski imajını vermese de uzun zamandır orada.  

Biserica Monastirii Stavropoleas/ Stavropoleas Manastırı: Şehrin en işlek sokaklarının kesiştiği bir köşede, gösterişten uzak bir şekilde göreceksiniz bu güzel manastırı. İsmindeki Yunan esintileri aklınızı kurcaladıysa haklısınız. Bir Yunan keşiş tarafından 1724’de açılmış bu manastır, aynı zamanda 1847 yılında özellikle Old Town bölgesine büyük hasar veren yangından da kurtulmuş. Manastırın avlusu, tam da kendine yakışır şekilde bir dinginlik veriyor insana. Bu sokakta Bükreş’in en meşhur ve turistik restoranlarından Caru Cu Bere’nin de bulunduğu bilgisini verip, detayları yeme-içme rehberine saklayalım.

Stavropoleas Manastırı

National Bank of Romani Museum: Old Town’un merkezinde, önünde kırmızı pamuk şeker arabasının durduğu binanın karşısında kalan bu müze hemen dikkatinizi çekecektir. Tarih ve nümizmatik’e özel ilgisi olanlar bu müzeyi keyifle gezebilir. Giriş ücretsiz. Gittiği yerlerin paralarını toplamayı sevenler için bir parantez açalım. Bu binanın arkasında, tam köşede kalan Palatul Camerei de Comert (Stock Exchange Palace)’ın giriş katında kermes gibi bir Pazar kuruluyor. Buradan Romanya’nın eski paralarını satın alabilirsiniz.

National Museum of Romanian History/ Ulusal Tarih Müzesi: Hala aynı sokaktayız. Stavropoleas Manastırı’na sırtınızı döndüğünüzde heybetli bir bina sizi çağıracak. Burası CEC Palace. Ancak siz oraya doğru yol alırken Ulusal Tarih Müzesi’ni pas geçmek istemeyebilirsiniz.

Palatul Cec

Macca-Vilacrosse Pasajı: Bükreş’in küçük Paris olarak adlandırılmasında pasajların da rolü olsa gerek. Şehrin merkezinde Paris’te karşılaşacağınız türden pasajlar görmek mümkün. Bunlardan bir tanesi de Old Town’da bulunan, bir diğer girişini de Calea Victoriei Caddesi üzerinde göreceğiniz Vilacrosse Pasajı. İçerisindeki işletmelerin pasaja biraz haksızlık ettiğini düşünüyorum. Buradaki mekanlar nargile kafeleri çağrıştıran cinsten. Sevenler varsa, pasajı es geçmesinler.

Bükreş Pasajları

Cartureşti Carusel: Burası bir kitapçı. Otantik değil, ahşap değil, el yazmaları yok. Üstelik oldukça da pahalı. Ancak burası çok güzel. Bembeyaz dönen merdivenleri, yüksek tavanı ve her köşeyi kaplayan kitap rafları burayı sıradan bir kitapçı olmaktan bir adım öteye geçirmiş. Üst katında çalışma alanı, barı ve ücretsiz wi-fi olanağı ile Bükreş’te gördüğüm en güzel mağaza unvanını açık ara elinde tutuyor. Sabah saatleri neredeyse bomboş olduğu için gezmek ve fotoğraf çekmek daha kolay olacaktır.

Bol turist çeken yerlerden biri

Piata Universitatii: Bükreş’te fark edeceğiniz başka bir husus da dillerinin İtalyanca ile olan benzerliği. Piata Universitati yani Üniversite Meydanı, Bükreş’in geniş caddeleri ile çevrilmiş, Bucharest Municapilty Museum, Admiral Palace ve Banca Comerciala Romana binaları ile heybetlenmiş, geleni geçeni oldukça yoğun olan bir meydan. Bu meydan, 1989 yılında Bükreş’te gerçekleşen kanlı olaylara da ev sahipliği yapmış. Meydanda göreceğiniz heykellerden siyah olanı, devrim sırasında burada ölen ilk kurbanı simgeliyor. Rejim güçleri tarafından Intercontinental Otel’in önünde ateş açılan kalabalık birçok kayıp vermiş.

Tempul Coral: Old Town’da birçok Ortodoks Kilisesi görmek mümkün. Bu sebeple benim önerim bir Yahudi ibadethanesi olan Tempul Coral’ı görmeniz. Sadece dışarıdan görmekle yetinmeyin ve kesinlikle içeri girin. Bu sinagog, Bükreş’in eski Yahudi mahallesinde bulunuyor. Ağaçlar arkasına saklanmış sinagog gözünüzden kaçabilir. Buraya geliş yolunuz aynı zamanda Bükreş’in ara sokaklarında da bir tur atmanıza vesile olacak.

Calea Victoriei ve Çevresi:

Bükreş’in Paris’e açılan geniş bulvarları, neo-klasik binaları ve ara sokaklarına saklanmış kafe ve restoranları ile, yürümesi keyifli güzargahlardan bir tanesi de bu cadde. Palatul CEC’den başlayıp, varış noktanızı Piata Victoriei olarak belirlediğinizde, bu caddeyi ve caddenin kılcal damarlarını gezmiş olacaksınız. Biraz ayrıntıda kaybolmaya başlarsak:

Palatul Cec: Bükreş’teki en gösterişli binalardan biri olan CEC Sarayı’nın inşası 1897-1900 yılları arasında tamamlanmış. Kraliçe Elizabeth ve Kral Carol I’de “temel atma töreninde” hazır bulunmuşlar. CEC (Casa de Economii şi Consemnatiuni- Ulusal Tasarruf Bankası) Romanya’nın en eski bankası. Bu bina da bankanın merkezi olarak kullanılmış. Calea Victoriei’de buram buram Fransız esintileri taşıyan bu bina, Ulusal Tarih Müzesi’nin tam karşısında bulunuyor. Binanın içinin de dışı kadar görkemli olduğu söyleniyor. Şu an için içeriyi ziyaret etmek mümkün değil, ancak yine de sormaya değer.

Piata Odeon: Cadde üzerinde yürümeye devam ettiğinizde Casa Capşa Oteli’nin oldukça Parisien restoranının önünden geçtikten sonra sağınızda Odeon Tiyotrosu’nun olduğu minik bir meydan göreceksiniz. Birçokları için sıradan bir meydancık olan Odeon, bizim için öyle değil. Çünkü burada bir Atatürk büstü bulunuyor. Hem de o en güzel sözlerinden bir tanesi ile: “Yurtta barış, dünyada barış”.

Bükreş’te ilginç yapılar var

Pasajul Victoriei: Aynı hatta devam ettiğinizde yan yana birkaç pasajın olduğunu fark edeceksiniz. Bunlardan en renklisi Victoriei Pasajı. Şemsiyeler ile renklendirilmiş pasaj, pek orijinal olmasa da fotoğraf çekmeyi sevenler için doğru bir adres.

Kretzulescu Kilisesi/ Biserica Cretulescu: Aynı cadde üzerinde bulunan Ortodoks Kilisesi 1720-1722 yılları arasında inşa edilmiş. Kilisenin yanı başında göreceğiniz büst ise antikomünist faaliyetleri dolayısıyla hapse girmiş, postkomünist dönemde de Ulusal Hıristiyan- Demokrat ve Köylü Parti’nin liderliğinin yapmış Rumen politikacı Corneliu Coposu’ya ait.

Devrim Meydanı/ Piata Revolutiei: Bu meydan için Bükreş’in toplumsal hafıza mekânı dersek yanlış olmaz. Nitekim meydanın ortasında yükselen Renaşterii Anıtı’nı görünce ne demek istediğimizi anlayacaksınız. 1989 yılında, Çavuşesku rejimine karşı direnenlerin başına gelenler için yapılan bu anıt, başka şehirlerde gördüğümüz birçok anıt kadar sevimsiz olsa da simgelediği durum Romanya tarihinin en önemli olaylarından bir tanesi. Bu meydanda göreceğiniz yerlerden bazıları da Muzeul National de Arta al Romanie ve Biblioteca Cantrala Universitara Carol I. Kütüphaneyi ziyaret etmeyi başaramadım. Farklı saatlerde şansımı denesem de ziyaretin yasak olduğunu söylediler. Ancak siz yine de şansınızı zorlayın.

Ateneul Roman/ Atheneum: Fransız mimar Albert Galleron tarafından tasarlanan konser salonu, 1888’de açılmış. 10 Lei vererek binayı gezin ve şimdilerde Romanya Filarmoni Orkestrası’nın evi olan 800 kişilik bu konser salonunda, bir provaya kulak verin.

Calea Victoriei Caddesi kuzeye doğru gittikçe kimlik değiştiriyor. Otellerin lüksleştiğini, casinoların arttığını, müzelerin yolunuzu daha sık kestiğini gözlemliyorsunuz. Bükreş’te gezilecek yerler denildiğinde ilk akla gelenlerden olmasa da bu hat üzerinde karşınıza çıkacak diğer müzeler ise;

  • Theodor Aman Müzesi
  • Casa Filipescu-Cesianu
  • Muzeul National George Enescu (Bükreş’te George Enescu ismine sıkça rastlayabilirsiniz. Kendisi Rumen besteci, piyanist ve keman virtüözüymüş.)
Athaneum

Çişmigiu Park/ Gradina Çişmigiu: Bükreş’in merkezindeki yemyeşil alan, 1845 yılında Alman peyzaj mimari Carl Meyer tarafından tasarlanmış. Bahçe için 30.000’den fazla ağaç ve bitkinin Romanya’nın dağlarından getirildiği yazıyor. Ortasında kocaman bir yapay göl bulunan parkta kayıklarla gezebilirsiniz. Ancak yazın bu aktiviteyi yapmak için iki kere düşünmek gerek. Onun yerine göl manzaralı kafelerde bir şeyler içmek daha konforlu olabilir.

Kiseleff:

Bükreş’in kuzeyinde yeşilin ağır bastığı, yer yer plazaların yükseldiği, sakin bir gündelik rutinin hâkim olduğu bölge, şimdiye kadar gezdiğimiz yerler içinde daha az seçenek sunan bölge gibi görünüp, ayaklarınızı oldukça yoracak bir güzergâh. Metro ile Piata Victoriei durağında inerek, Kiseleff’i gezmeye başlayabilirsiniz.  Kiseleff’te üç büyük müze var:

  • Antipa Museum: Kiseleff’teki ilk durağınız bu müze olabilir. Kuruluşu 1834 tarihine giden müze ismini Grigore Antipa’dan yani Romanya’nın en ünlü biyoloğundan almış. Müzenin en dikkat çekici yanı, dinozor fosilleri ve geniş bir kelebek koleksiyonuna sahip olması. Pazartesi günleri kapalı olmakla birlikte, giriş ücreti 20 Lei.
  • Museum of the Romanian Peasant/ Romanya Köy Müzesi: Aradığınız daha spesifik, daha etnografik bir müze gezisiyse, Romanya kültürünü biraz daha yakından tanımak ilginizi çekiyorsa tereddüt etmeden bu müzeye vakit ayırabilirsiniz.
  • National Geology Museum
Museum of the Romanian Peasant

Arcul de Triumf/ Zafer Takı: Bükreş ve Paris benzerliğine son noktayı burada koyacaksınız. Avrupa’nın birçok şehrinde taklar görmeye alışkınız. Ancak bir kopya havasını yaratan, bu takın da tıpkı Paris’teki gibi geniş bir bulvarın tam ortasında, kendi Champs-Elysee’ni yaratmayı denemiş olması. Birinci Dünya Savaşı’nda ölen Romanyalılar anısına 1922’de tahtadan inşa edilen tak, 1935 yılında yenilenmiş. Zafer Takı’nın üstüne çıkmak mümkün, ancak bunun için bayram gününe denk gelmeniz gerekecek. Çoğunlukla kapalı durumda. Metro ile ulaşmak isteyenler Aviatorilor durağında inebilirler.

Fazla Parisien!

Caşin Monastery: Bükreş’teki yeni kiliselerden biri olan Caşin Kilisesi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Komunist Parti iktidarında inşa ettirilmiş. Arcul de Triumf’a ulaştığınızda görebileceğiniz kiliseye dair en önemli bilgi Nadia Comaneci ve Bart Conner’ın burada evlenmiş olduğu.

Herastrau Park: Buraya kadar geldiyseniz neredeyse hava alanına ulaşmışsınız demektir. Parkla ilgili ilk tüyomuz hangi girişten girdiğinize dikkat etmeniz. Çünkü, metronun olduğu, Piata Charles de Gaulle girişinde bisiklet kiralama alanı var ve bu hayat kurtarıcı olabilir. Saati 5 Lei, günlük 20 Lei’ye kiralayabileceğiniz bisikletlere bu adresten bakabilirsiniz. Bu girişte göreceğiniz Charles de Gaulle büstü, 2010 yılında lokal bir gazete tarafından şehirdeki en çirkin üçüncü heykel seçilmiş.

Park, 1930’larda şekil almaya başlamış. Tahmin edebileceğiniz gibi öncesi bir bataklık hikayesi. Park, ilk olarak King Carol II adıyla anılırken, 1948’de Parcul I.V. Stalin ismini almış. Herastrau Park olarak kullanımı 1960’lı yıllara denk geliyor. Herastrau Park, 187 hektarlık Herastrau Gölü’nün çevresine kurulmuş ve içerisinde birçok farklı alan barındırıyor. Bükreş’in liste başı gece kulüplerinden birkaçı burada. Alan biraz büyük olunca, içerisine ünlü gece kulüpleri, lüks restoranlar, eğlence parkı, festival alanı ve müze yerleştirmek çok sorun yaratmamış olsa gerek. Demem o ki, park, haritaya ilk baktığınızda ortasında göl olan bir yeşillik gibi görünse de haritaya yaklaştığınızda bir sürü detay göreceksiniz. Özellikle parkın doğusu, bir marina ya da İstanbul’da Boğaz görevini üstlenmiş.

Herastrau Park

Parlamento Binası ve Çevresi:

Bükreş’in güneyi, kuzeye oranla yönetim birimlerinin toplandığı bölge olmakla birlikte, bir sokak boyunca uzanan blok binalarla ve daha da güneye indiğinizde biraz daha eski sokaklarıyla fazla bir seçenek sunmuyor.

Parlamento Sarayı/ Palatul Parlamentului: Çavuşesku’nun sarayı olarak da bilinen Avrupa’nın en büyük dünyanın ikinci büyük sarayı, Bükreşlilere Çavuşesku dönemini unutturmamak için ant içmiş gibi duruyor. Çavuşesku dönemi, bu sarayın görkemine rağmen, Romanya halkının özellikle ekonomik bağlamda birçok sıkıntı çektiği bir dönem. Çavuşesku’nun kendi yönetimindeki Romanya’nın gücünü dünyaya kanıtlama çabalarından biri olarak bilinen ve “En” olarak birçok listeye girmeyi başaran bu sarayın yapımında birçok işçinin hayatını kaybettiği belirtiliyor. Yapımına 1983 yılında başlanmış ve 1989 tarihinde ise hala tamamlanmamış. Kimsenin eli gitmemiş olsa gerek. Hatta birçok Romanyalı binanın yıkılmasını istemiş. Rakamlar ise binanın büyüklüğünü gözler önüne seriyor. Yapımında 1.000.000 m3 mermer ve 900.000 m3 ahşap ve 3.500 ton kristal kullanılmış. 20 katlı binanın içinde Çavuşesku’nun ters bir durumda kolayca kaçabilmesi için gizli tüneller olduğu söyleniyor.

Giriş ücreti: 35 Lei. Binanın her köşesine girmek isterseniz 55 Lei, fotoğraf ve video çekmek isterseniz ekstra 30 Lei vermeniz gerekiyor. Sarayı fotoğraflayabileceğiniz en güzel yerlerden biri Bulevardul Unirii Caddesi üzerindeki şelaleli yol ve Park Izvor.

Bükreş Parlamento Sarayı

Antim Monastery/Mosteiro Antim: 1708-1715 yılları arasında tamamlanmış Ortodoks Kilisesi’nin çan kulesi ise 1857 yılında eklenmiş.

Radu Voda Monastery: Kilisenin tarihi 1595 yılına kadar uzanıyor. Kaynakların yazdığına göre, 1595 yılında Sinan Paşa buraya geliyor ve kilise camiye çevriliyor. 17.yy’da Radu Mihnea tarafından tekrar inşa ettirilmiş. Bükreş’teki büyük kiliselerin çoğunda yanınıza dilenciler geliyor. Tabi ki bir şey yapmıyorlar ama yakın temastan kaçındıklarını da söyleyemem.

Strada Xenefon: Bükreş’in gizli kalmış köşeleri başlıklı bir yazıda karşımıza çıkan bu sokağı görmeye değer kılan nedir biz tam anlamıyla karar veremedik. Asma yapraklarının sardığı merdivenlerden yukarı çıktığınızda ulaşacağınız sokak, tepede kaldığı için şehir şehir manzarası izleyebileceğiniz ve alçak Bükreş evlerini görebileceğiniz bir yer. Strada Xenefon’dan ziyade oraya ulaşırken geçtiğimiz sokaklar daha değişik bir tecrübe oldu diyebiliriz. Strada Xenefon’a kadar yürüdüyseniz, dinlenmek için en güzel nokta Parcul Carol.

Bükreş gezimizin tarihi arka planını bu hat üzerine oturtmaya çalıştık. Görebileceğiniz müze ve kiliselerin sayısını önceliğinize ve vaktinize göre çoğaltmak mümkün. Yazının devamı ise Bükreş’te ne yedik, nerelerde eğlendik sorusuna cevap olacak.

Herkese keyifli gezmeler.