Bu yazıyı okuyorsanız ya ufukta yaklaşan bir Paris seyahati var ya da sadece Paris’e bir seyahat fikri aklınıza düşmüş demektir. Kuşkusuz güzel plan! İsminin önüne yerleştirilen hoş ya da nahoş birçok sıfatıyla, imparatorluğa, devrime, modern dünyaya başkentlik yapmış bir şehir burası. Yine birçok katmana bölünmüş, her bir katmanıyla ilginizi çekebilecek bir dünya. Kendi adından söz ettirmeyi çok iyi bilen bir yer Paris ve biz her halini çok seviyoruz.
Paris’te gezilecek yerler diye bir başlık varsa, bu başlığın her geçen gün uzayan bir liste olduğunun farkında olmak lazım. Her gidişte yeni bir Paris gezi rehberi oluşturmaya müsait fakat her oluşturulan listenin eksik kaldığı bir yerdesiniz. Klişelerine direnemediğiniz, üstüne ekleyerek yol alacağınız bir rotadasınız. Bir köşesinde klişeleriyle sizi beklerken, diğer köşesinde hakkında çıkan dedikoduların pek de öyle olmadığını kavrayacağınız kocaman bir gösteri sahnesi Paris.
Paris için neden romantizmin başkenti derler bilmiyorum. Kültür endüstrisi mi bu yargıyı oluşturmuş, yoksa bu endüstri mi var olduğu iddia edilen romantizmden beslenmiş tam ayrımına varamadım. Eiffel’in tek başına yarattığı bir illüzyon mudur onu da anlayamadım. Seine Nehri boyunca güzel bir yürüyüş diyeceğim ancak Avrupa’da ortasından bir nehir geçmeyen şehir yok denecek kadar az. Sonra anladım ki fazla güncel düşünüyorum. Eiffel falan aslında hep sonraki hikaye.
Paris’in romantikliği, çıkardığı devrim kahramanlarından, ev sahipliği yaptığı ihtilalden kaynaklanıyor. İşte o romantiklik, birçok kamu binasında göreceğiniz “Liberté, Egalité, Fraternité” (Özgürlük, Eşitlik,Kardeşlik) mottosunu ortaya çıkaran bir romantizm aslında. Eşitlik ve özgürlük ilkelerinden beslenen Fransız Devrimi, romantizm akımına da ön ayak olmuş. Duygu ve düşüncelerin ön plana çıkması, ihtilalden sonra sanatın da odak noktası haline gelmiş. On dokuzuncu yüzyıl Paris’i, sanat camiasında bir buluşma noktasına dönüşmüş. Victor Hugo’dan, Balcaz’a, Baudelaire’den Dumas’ya kadar herkes bu imaja bir katkıda bulunmuş. İşte bizim popüler kültürümüzdeki aşıklar şehri, romantizmimiz başkenti Paris, çok da refah içinde erişmemiş bu günlere.
Şimdi işler Paris’te de eşitlik, kardeşlik ve özgürlük şeklinde yürümüyor olabilir, ancak tarihte, bu doğrultuda yola çıkmış insanlar bir zamanlar Paris sokaklarını aşındırmışlar.
Söz sokaklara gelmişken, Paris’in sokakları çikolata ya da sarımsak kokmaz. Yer yer sidik kokuları hâkim olur ortama. Restoranlardan gelen yemek kokuları değildir davetkar olan. Brasserie teraslarında oturmak, gelen geçeni izlemek cezbeder insanı. En azından biz turistleri. Evsizi, delisi çoktur. Havası insanı deli eder bazen. Günlük güneşlik bir bahar gününde, bir bulut gelir sırılsıklam olursunuz. Sonra bir rüzgâr çıkar üşürsünüz. Sonra güneş yeniden ısıtır. Özellikle bahar aylarında gidecekseniz yanınızda bir şemsiye ve gezerken giyip çıkarabileceğiniz birkaç kıyafet almak iyi olacaktır.
Paris’te keyifli vakit geçirmek için tabi ki Fransız kültürüne ve tarihine hâkim olmaya gerek yok, ancak yine de Paris’e gitmeden önce aklımıza not etmemiz gereken birkaç temel bilgiye de sırt çevirmeyelim. Paris büyük bir kent. Kentin bir kısmında oldukça geniş bulvarlar, parklar, kamu binaları göreceksiniz. Bunlar aklımızın bir köşesinde dursun. Bir de 1848 tarihini, Haussmann ve III. Napoleon isimlerini aklımızda tutalım. Çünkü bizim dolaştığımız Paris’te bu tarihin ve bu iki ismin ayak izleri var.
1848 tarihi hem şehircilik hem de toplumsal değişim açısından Paris için önemli bir tarih. Açlık, işsizlik, fakirlik gibi birçok krizle boğuşan Paris aynı zamanda bir göç merkezine dönüşmüş. Grevler, sokak gösterileri, ayaklanmalar devam ederken 1848 yılında, Paris’te çıkan ayaklanmada kralın eski konutu Tuileries işgal edilmiş, halk tarafından tahrip edilip, kralın tahtı Bastille’de yakılmış. Tabi ki konuyla ilgili bir sürü alt tarih ve detay mevcut. Ancak bu tarihin Napoleon III ve Haussmann ile alakası nedir diye sorarsanız cevabımız şudur: Bu çalkalanmalar ardından Louis Napoleon bir şekilde göreve gelir. 1848 Paris’in kentsel dönüşümü için nirengi noktası olur. Bu tarihten önce de altyapı çalışmaları başlamış olsa dahi Haussmann’ın görevlendirilmesi ile bugün dolaştığımız geniş Paris bulvarları şekillenir. Haussmann ile Paris artık daha geniş ölçekli mekanlar üretmeye başlar ve bu geniş ölçekli mekanlar bugün hem Parislilerin hem de turistlerin çok sevdiği bazı Fransız alışkanlıklarının ortaya çıkmasına sebep olur.
Tarih de gösteriyor ki Paris hiçbir zaman çok sakin bir şehir olmamış. Bugün Avrupa şehirleri arasında en kozmopolit olanlarından bir tanesidir. İş çıkışı saati Chatelet ya da Gard Du Nord İstasyonlarından trene binmek istediğinizde karşılaşacağınız çılgın kalabalık, acaba Paris değil de başka bir yere mi geldim diye düşündürtebilir. Sabah erken saatlerde yollara düşerseniz, Paris’in tenhalığına şahit olursunuz. Takım elbiselerini giyip bisikletiyle işe giden insanlarla karşılaşırsınız. İşte bu tanıklıklarda minik bir kıskançlıkla romantizm arasında gidip gelirim hep. Bir an için hayallerimin şehri oluverir.
Paris’e ilk kez gidecekseniz, tanışma mevsimi için en güzel zaman ilkbahar ve yaz aylarıdır. Çiçek açmış ağaçlar, yeşile bürünen parklar, Seine Nehri kıyısına piknik örtülerini atmış insanlar, şehre başka bir dinamizm katar. İlk tanışmanız kış mevsimine gelecekse de Paris müzeleri vaktinizi yeterince dolduracaktır. Paris’te birçok müze gezme niyetindeyseniz, Paris Museum Pass kartı önerebilirim. Hem zaman hem de bütçe dostu olabilir. Ancak sadece bir iki müze listenizdeyse hiç o topa girmeye gerek yok. Louvre, D’Orsay gibi kallavi müzeler için kesinlikle biletinizi gelmeden alın. Planlarınızı yaparken birçok müzenin pazartesi ve salı günleri kapalı olduğunu akılda tutun. Louvre, salı günleri kapalı. Altını renkli kalemle çizelim.
Paris her bütçeye göre bir gezi planı oluşturabileceğiniz, alternatifi çok ancak yine de Avrupa’daki bazı büyük şehirlere kıyasla daha pahalı sayılabilecek bir rota.
- Kahvaltı: 5.00€ ile başlayıp 15.00€’ya kadar çıkabilirsiniz. Lezzetli bir croissant ve kahve (5.00€ civarı) ile güne başlayabileceğiniz gibi biraz daha yumurtalı, avokadolu ya da klasik Fransız tostlarından croque madame ve moniseur’lü bir kahvaltı size 15.00€ civarına mal olacaktır.
- Sabah ya da öğle atıştırması olarak ve yine aslında bir Fransız klasiği sayabileceğimiz baget sandviçler 4.00-6.00€ arası değişiyor. Paul gibi zincir bir dükkânda, kocaman bir sandviçi 5.50€ gibi bir fiyata yiyebilirsiniz. Paul’ü fikir vermek açısından örnek verdim.
- Fransa’nın pastacılık dünyasında kazandırdıkları ortada. Paris’e gelip, dünyanın en güzel éclair ve tartelette’lerinin tadına bakmak 3.00-6.00€ arası bir rakam tutacak.
- Ana yemek için, entrecote, boeuf bourguignon ya da soğan çorbası gibi Fransız klasiklerine yönelirseniz, alkol da dahil kişi başı 30.00€ gözden çıkarmanız gerekecek. Pizza, makarna gibi canımız İtalyan lezzetleri de ortalama bir restoranda 12.00€ civarı.
- Kahve meselesine de değinmeden mutfak kısmını tamamlamayalım. Fransa’nın kendine has bir kahve kültürü var. Aslında daha ziyade bir kafe kültürü desek daha yerinde olur. Terasse denilen dış mekanlarla Fransızlar arasında özel bir bağ var desek yanlış olmaz. Parislilerin terasta oturma alışkanlığı ııı. Napolyon döneminde Haussmann’ın Paris’e kazandırdığı geniş bulvarlar ve kaldırımlara dayanıyor. Tabi ki bu kültür İspanya ya da İtalya’ya gittiğinizde de karşınıza çıkıyor. Ancak aradaki farklardan biri söz konusu Fransızlar olunca, terasta oturma fikrine karşı koyacak hiçbir engel yok. Terasların kapalı olması dışında. Yani hava koşulları dışarda oturmak için bir engel değil. Fransa’da açılan ilk kafeler, müşterilerine ücretsiz gazete ve dergi okuma şansı sunuyormuş. Yani en başından beri olay sadece kahve içip kalkmak değil. Fikirlerin değiş tokuş edildiği, yeni tanışıklıkların kazanıldığı toplumsal mekanlar. O yüzden de Paris’te birçok edebiyatçının, siyasetçinin, ressamın sıkça vakit geçirdiği kafenin olması çok da tesadüf değil. İç mekanlar daha ziyade erkekler için bir toplanma alanıyken, dışarısı her zaman kadın erkek herkese açık olmuş. Bu konu üstüne araştırıp çok daha fazlası yazılabilir, biz işin daha eğlencelik tarafındayız. Demem o ki bu teras meselesi Fransızların fazla benimsedikleri bir şey. Hal böyle olunca pandemiden sonra terasların tekrar açılmasını neredeyse özgürlük “La Liberté” olarak coşkuyla karşıladılar. Hangimiz karşılamadık ki!
- Fransa’da kahve siparişi de tuzaklı bir alan. Bu konuya Paris yeme-içme notlarında daha detaylı bir yer ayıracağım kesin ancak bir Café Allongé yani Americano için 3-3.50€ ödeyeceksiniz. Paris’te de İtalya’da olduğu gibi kahvenizi barda, ayakta ya da terasta içince farklı ücret ödüyorsunuz. Ancak bu kadar teras kültüründen bahsetmişken oturarak kahve içmemek olmaz. Bir de genel olarak Fransa’ya seyahat ederken evimizdeki bardak ölçülerini bir anlığına unutalım. Çünkü burada kahve miktarları, düşündüğümüzden biraz daha az.
Paris’te konaklama meselesine karar vermeden önce şehirde nerede ne var biraz hakim olmak isteyebilirsiniz ya da direkt nerede kalmak daha bütçe dostu olur sorusu da akılcı olacaktır. Seine Nehri, Rive Gauche (Sol Yaka) ve Rive Droite (Sağ Yaka) şehri ikiye bölüyor. Her iki yaka da hayli turistik. Eiffel Kulesi Sol Yaka’da kalırken, Louvre Bölgesi Sağ yakada. Yani nehrin hangi yakasında kaldığınız bir kriter değil. Nitekim aynı gün içinde beş kere yaka değiştirebilirsiniz. Söz konusu konaklama olunca, ilk kriter metroya yakınlık ve güvenli bir bölgede olmak. Metroya yakınlık Paris için bir dert değil, çünkü metro her yerde. Ancak bazı ana aktarma merkezlerine yakın olmak havaalanı ulaşımı ve diğer noktalara tek metroyla ulaşabilmek adına biraz daha avantajlı olabilir. Paris’te konaklamak için en keyifli bölgeler Saint Michel metrosuna yakın, Quartier Latin, Saint Germain dès Pres, yahut Chatelet durağına yakın yerleri tercih edebilirsiniz. Son Paris seyahatimde kaldığım oteli buradan görebilirsiniz.
Paris, arrondissement denilen yirmi ilçeye bölünmüş. Konaklama mevzusunu arrondissement temelinde ele alırsak öğrenci bölgesi olan beşinci ve altıncı arrondissement, Louvre Bölgesi’ne denk gelen birinci, ikinci arrondissement konaklamak için güzel tercihler olacaktır. Hem şehrin turistik damarının tam ortasında olacak hem de Marais, Bastille, Republique gibi alternatif mahallelere yakın olacaksanız.
Biz şu bahsettiğin Haussmann tarzı Paris’i daha çok hissetmek istiyoruz diyorsanız, dokuzuncu arrondissment, Lafayette ve Opera Bölgesi‘nde konaklamak size istediğinizi verecek.
Paris’te ulaşım konusunda en büyük destekçimiz tabi ki 205 kilometrelik hattı, 304 durağı ile Paris metrosu. Yılda bir buçuk milyar kişinin kullandığı bu sistemden faydalanmayacaksak neden faydalanacağız. 1898’de ilk şantiyesi kurulan metro parisen bugün hala büyümeye devam ediyor.
Metro kullanırken dikkat etmeniz gereken husus: Metro biletinizi olası bir kontrole denk gelme ihtimalinize karşı, çıkana kadar atmayın. Görevliler tam çıkışa ulaştığınız o son merdivenlerin başında sizi bekliyor olabilir. İlk kez Paris’e gidecekseniz 10’lu metro biletlerinden de faydalanabilirsiniz. Her metro durağında bilet alabileceğiniz makinalar var. Bazıları sadece kredi kartı kabul ediyor. Bir de cüzdanınızda metro bileti için bozukluk bulundurmayı ihmal etmeyin. Makinalar kağıt para olarak 5.00 ve 10.00€ kabul ediyor.
- Tek kullanımlık metro bileti: 1.90€
Roissy Charles de Gaule Havaalanı ve şehir merkezi ulaşımı için de RER B’yi kullanacaksınız. Havaalanından şehir merkezine gidiş 10,00€. Trene binmeden biletinizi okutmayı unutmayın.
Aéroport D’Orly’den merkeze ulaşmak için iki seçenek var.
- RER B + Orlyval: Saint-Rémy lès Chevreuse ya da Massy Palaiseu yönüne giden RER B’ye binip, Antony durağında indikten sonra Orlyval’e binebilirsiniz. Orlyval için biletleri herhangi bir metro istasyonundan 9,30€’ya alabilirsiniz. RER B+ Orlyval’e toplamda 12,05 € vereceksiniz.
- RER C + otobüs: Pont de Rungis Aéroport d’Orly yönüne binip, Pont de Rungis durağında indikten sonra, Orly’ye giden ücretsiz servislere binebilirsiniz.
İster tek başınıza ister arkadaşlarınızla ister partnerinizle olun, Paris’in size akılda kalacak bir seyahat deneyimi sunacağına şüpheniz olmasın. Gönül ister ki bütün müzelerini gezelim, bütün iyi brasserie’lerde tembellik yapalım, bütün parklarında oturalım. Paris bunları tek seferde yapamayacak kadar büyük olduğu için o tat hep damakta kalıyor.
Paris hakkında, özellikle Paris şehirleşmesi hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, benim de bu yazıda bolca referans verdiğim David Harvey‘nin Paris, Modernitenin Başkenti kitabını tavsiye edebilirim. Özel bir ilginiz yoksa tabi ki detaylarda boğulabilirsiniz. Ancak şehir planlaması gibi konular ilginizi çekiyorsa bir bakın derim.
Herkesin yolunun günün birinde bu şehre düşmesini diliyor, hali hazırda Paris yolcusu olacaklara da keyifli seyahatler diliyorum. Bir de unutmadan Fransızlar pek ala İngilizce konuşuyorlar, tek fark İngilizceyi de Fransızca gibi konuşmaları.