Milano, İtalya’nın hem en çok ziyaret edilen hem de burun kıvrılan şehirlerinden biri olmayı nasıl başardı bilmiyorum. Birkaç fikrim var tabi ki. Dünya vatandaşlarını bilemem ama halkımız arasında kar topu gibi büyüyen “…Milano mu, …ımm, …bir gün, …pek bir şey yok” gibi birbirinin aynı cümleler, Milano hakkında fikirlerimizi şekillendirdi bile.
Bu durumda kendime şunu soruyorum. Milano Gezi Rehberi hazırlarken, bir güne sığdırabileceğimiz, pek de bir şeyi olmayan bu şehir neden sığmıyor? Çünkü Milano gezilecek yerler bağlamında zengin bir şehir. Sırf klasik İtalya renk paleti yok, Roma ve Floransa’nın açık hava müzesi tadında sokaklarına benzemiyor diye Milano’ya çok da haksızlık etmeyelim.
Milano büyük bir şehir. İtalya’nın en nüfuslu ikinci komünü. Bir turist olarak gezeceğimiz bölgeler Centro yani Zone 1. Duomo’nun ihtişamıyla çevrili meydan, şehrin sanat ve bohem dünyasının yoğun olarak buluştuğu Brera, merkezin sınırlarında Porta Garibaldi, Porta Romana, Porta Venezia ve özellikle yaz akşamları takılmak için ilk adres Navigli ve yol üstünde Porta Ticinese. Dolu dolu bir Milano seyahati için Centro’nun tüm güzelliklerinin tadına varıp biraz da adını şehrin tarihi kapılarından alan bu bölgelere çevirmek yeterli. Ancak tüm bunları bir güne sığdırmak yeterli mi? Tabi ki hayır. Şehirde vakit geçirdikçe, eski lokantalarının, tarihi pastanelerinin modern dünyanın içinde kendini ne kadar iyi konumlandırdığını fark edince Milano’ya başka bir gözle bakabilirsiniz.
Milano Havaalanı – Şehir Merkezi Ulaşım: Milano’ya Türkiye’den ulaşacaksanız kullanabileceğiniz iki havaalanı var. Biri Bergamo bir diğeri Malpensa Havaalanı.
Bergama Havaalanı- Milano Şehir Merkezi: Havaalanından çıkar çıkmaz sıra sıra dizilmiş otobüs firmalarından birini tercih edip bir saatlik bir yolculukla Milano Centrale’ye varıyorsunuz. Otobüs biletleri online alınabilir ancak otobüse binerken kapıda da alabilirsiniz. Gidiş-dönüş bilet alırsanız 3-4€’luk bir ekonomi yapmış olursunuz. Bergamo Havaalanı dönüş için de otobüsler aynı yerden kalkıyor. Milano Centrale (merkez tren istasyonu), hem Milano’dan başka şehirlere gitmek için hem de metro ile otelinize ulaşmak için dağılma adresimiz. Metro biletlerini metro girişindeki makinalardan alabilir ya da turnikelerde kredi kartınızı okutarak direkt geçiş yapabilirsiniz.
- Eğer bilet aldıysanız, metrodan çıkana kadar biletinizi atmayın. Çünkü çıkarken de biletinizi okutmanız gerekiyor.
- Tek kullanımlık metro bileti: 2.20€.
Malpensa Havaalanı- Milano Şehir Merkezi: Malpensa Express treni en çok tercih edilen yöntem. Ancak otobüs seçeneği bu havaalanı için de geçerli. İster tren ister otobüsle Milano Centrale’ye ulaşabilirsiniz. Süre olarak iki seçenek de neredeyse aynı.
Milano Konaklama: Milano’da konaklama ayarlarken ilk kriteriniz metroya yakınlık olmalı. Şehri yürüyerek gezmek hayli keyifli ancak bazı noktalarda metrodan yardım almak kaçınılmaz. Duomo çevresi tabi ki akla gelen ilk yerler ancak ulaşım ağı yeterli olduğu için biraz daha yayılabilirsiniz. Milano Centrale, tren istasyonu çevresi olduğu için ve bu bölgeler bana hep tekinsiz geldiği için sadece bu çevrede konaklamayı tercih etmezdim.
Konumun fikir vermesi açısından Milano’da konakladığımız adrese buradan bakabilirsiniz.
Milano Gezilecek Yerler:
Duomo di Milano ve Çevresi:
Şehrin merkezinde bütün ihtişamıyla duran Duomo di Milano, Avrupa’nın dördüncü büyük katedrali. Yapımı beş yüz yıl süren katedralin içini, terasını ve müze bölümünü gezebilirsiniz. Her biri için ayrı bilet alabileceğiniz gibi kombine bilet almanız da mümkün.
Katedralin iç atmosferi, aydınlığı, hayranlık verici detayları sanki sanat ve tarihin iç içe geçtiği bir ortamda dolaşıyormuşsunuz hissiyatı yaratıyor. Gördüğünüz en güzel şehir manzaralarından birini vadetmeyen terası, manzaradan ziyade, gotik mimarinin detaylarını yakından görüp, hayranlık seviyenizin katlanmasına olanak sağlıyor.
Milano’da güne başlamak için önerim, sabahın erken saatlerinde Duomo Meydanı’na gelip katedrali izlemek. “İzlemek diyorum” çünkü detaylar o kadar güzel ki, hayranlıkla izlemek dışında bir tanımlama bulamıyorum. Gallerie Vittoria Emmanuelle II’nin boş halini görüp, 08:30’da açılan Giacomo Caffé’de, brioche ve espresso ile hızlı bir kahvaltı yapıp 09:00’da Duomo’nun terasına çıkmak. Ardından katedralin içini gezip, Novecento Müzesi’ne geçerek, Katedrale bir de bu müzeden bakmak. Sabahın ilk saatleri için güne hızlı bir başlangıç olsa da Milano’nun en güzel yapılarını kalabalıklar artmadan tadını çıkararak gezmiş olacaksınız.
*Duomo’nun terasına çıkmak için iki seçenek var. Merdiven ya da asansör kullanabilirsiniz. Biletleri online almak isterseniz resmî sitesinden alabilirsiniz.
Galleria Vittoria Emanuele II:
Duomo Meydanı’nı taçlandıran bir diğer güzellik ise Milano’nun en eski alışveriş merkezi sayılan sekizgen formunda iki cam kemerli pasajdan oluşan Galleria Vittoria Emanuele II.
Piazza del Duomo ve Piazza della Scala’yı bağlayan pasaj, 1861’de tasarlanıp 1865-1877 yılları arasında tamamlanmış. İtalya Krallığı’nın birleşmesinden sonra ilk kral Vittoria Emanuele adına yapılan, İtalyan birliğinin sağlandığı ve haliyle milliyetçiliğin üst noktalarda olduğu dönemde ortaya çıkan galerinin zeminine İtalya Krallığı’na başkentlik yapmış üç şehir Torino, Floransa, Roma ve ek olarak Milano’nun armaları döşenmiş. Roma için kurt, Floransa için zambak, Milano için kırmızı haçlı beyaz bayrak görürken, Torino için döşenen boğa turistlerin en sevdiği kısım.
Çünkü hikâye der ki, kim ki Torino arması boğanın üzerinde kendi etrafında topukları üzerinde üç kere dönerse bolluk berekete kavuşurmuş. Dönenlerin durumu nedir bilinmez ama boğalı mozaiğin durumu pek iyi değil. Çukurlaşmaya başlamış. Bu hikayelere zaten dünyanın dört bir yanından alışkınız, Milano’nun bereket batılını da kabul edip yola devam ediyoruz.
Galeride çok eski işletmeler, lüks mağazalar, restoranlar var. Caffé Biffi buranın en eskilerinden. Bir şapka dükkânı olan Borsalino, Savini Restoran da köklü yerlerden bazıları. Benim için de galerinin en güzeli, art nouveau detaylarıyla kalbimizi çalan Camparino in Galleria. Bir klişe yapılacaksa Camparino’da bir aperativo molasından güzeli olamaz.
Piazza della Scala ve Çevresi: Teatro alla Scala / Galleria d’Italia / Casa degli Omenoni
Meydan keşiflerinizi pasajın bağlandığı ünlü Scala Meydanı ile devam ettirebilirsiniz. Scala Meydanı, adını dünyanın en prestijli opera binalarından biri Teatro della Scala’dan alıyor. Teatro della Scala’nın müze bölümünü gezmek mümkün. Ancak bunun yerine Teatro della Sacala’da bir performans izlemeyi de düşünebilirsiniz. Son dakika olmamak koşuluyla uygun fiyatlı biletler bulmak mümkün.
Teatro della Scala’nın karşı köşesindeki Galleria d’Italia bir çağdaş ve modern sanat müzesi. Binanın kendisi de çok güzel. Genelde Milano seyahatlerinde kapısı çalınmayan adreslerden biri. Ancak vakit ve imkân dahilindeyse buradaki sergileri görmenizi tavsiye ederim.
Detayları keşfetmeye başlayınca Milano kendini daha da sevdiren bir şehir. Piazza della Scala’nın birkaç sokak arkasındaki Casa degli Omenoni, haritalarda işaretlenmeli. Cephesinde göz kamaştıran 8 atlas bulunan (kolon ve sütun olarak kullanılan erkek figürleri) bir on altıncı yüzyıl yapısı. Binanın içi geride bıraktığımız yüzyılda yenilense de dış cephesi küçük dokunuşlar dışında neredeyse aynı. Zaten ziyaret amacımız da bu sekiz atlası görmek. Omenoni ise Milanlılar arasında “büyük adam” anlamında kullanılıyormuş.
Museo del Novecento:
Duomo Meydanı’ndan ayrılmadan görebileceğiniz ve Duomo’yu yukarıdan izleyebileceğiniz bir müze var. Novecento Koleksiyonu’nun odak noktası 20.yy. İtalyan sanat seçkisi. İçerisinde Pablo Picasso, George Braque, Paul Klee ve Kandinsky gibi uluslararası isimlerinde de bulunduğu koleksiyon, fütürizm ile devam ediyor. Serginin sonuna yaklaştığınızda ise Duomo Meydanı’nın eşsiz manzarası sizi bekliyor. Novecento Müzesi’nden Palazzo Reale’ye bağlanan bir asma köprü ile geçiş mümkün. Palazzo Reale’den bahsetmişken, burada sergilenen süreli koleksiyonlara da bakmak isteyebilirsiniz. Kraliyet ailesinin eski ikamet adresi olan sarayın bir kısmı sergiler için kullanılıyor. Gitmeden güncel programa bakabilirsiniz, gerçekten çok sevdiğiniz bir sanatçıya denk gelme olasılığınız yüksek.
- Museo del Novecento Giriş Ücreti: 5€
- Palazzo Reale Milano Giriş Ücreti: 15€
Pinacoteca Ambrosiana:
Da Vinci, Cravaggio, Titian, Hayez gibi ustaların da eserlerinden oluşan bir koleksiyona ev sahipliği yapan sanat galerisinin, ilgi çekecek bir diğer kısmı kütüphane bölümü. Kütüphane, 1609 yılında Kardinal Federico Borromeo tarafından kurulmuş. Kitap ve el yazmaları izinde Batı Avrupa’yı, Yunanistan’ı ve Orta Doğu’yu tarayan kardinalin çok geniş bir koleksiyonu var. Kardinal, kendi resim ve çizimlerini de kütüphaneye bağışlayınca, Pinacoteca’nın temelleri atılmış. Kardinalin ölümünden sonra, Leonardo da Vinci’nin Codex Atlanticus’u ve diğer on iki el yazması daha kütüphaneye getirilmiş. Codex Atlanticus, da Vinci’nin en kapsamlı çizimleri (mekanik, hidrolik, matematik, astronomi vb) ve yazılarının olduğu koleksiyon. Şu an kütüphanede Yunanca, Latince, İbranice, Süryanice, Türkçe, Farsça yaklaşık 30 bin el yazması bulunuyormuş.
Giriş: 17€, çarşamba günleri kapalı.
Santa Maria delle Grazie – Museo del Cenacolo Vinciano:
Milano uçak biletinin ardından hemen alınacak bir bilet daha var. Leonordo da Vinci’nin “Son Akşam Yemeği” Freski. Da Vinci’nin Mona Lisa’dan sonra en bilinen eserini merak ediyorsanız, vakit kaybetmeden online bilet almalısınız. Kilisenin bir duvarında sergilenen ve müzeye çevrilmiş bölümüne, günün her saati ben geldim gireyim göreyim diyerek ulaşamıyorsunuz maalesef. Biletlerin hızlıca tükendiği fresk için bu adresten biletinizi alıp, girişinizden yarım saat önce Santa Maria delle Grazie Kilisesi’nin yanındaki bilet ofisine uğrayarak mailinize gelen rezervasyon numaranızla biletiniz alabilirsiniz. İçeriye grup halinde giriş yapılıyor ve on beş dakika kalabiliyorsunuz. Santa Maria delle Grazie Kilisesi’ni ücretsiz gezebilirsiniz. Burası aynı zamanda bir manastır ve 1980 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edilmiş.
“Son Akşam Yemeği” hakkında bilgi vermek pek bana düşmez ancak bahsettiğimiz eser, üzerine yüzlerce makalenin yayınlandığı, tartışmaların devam ettiği, akademisyenlerin kafa yorduğu ve başka birçok sanatçıya da ilham olmuş bir fresk. Da Vinci, freski Milano Dükü Lodovico Sforzo için 1495 yılında, kilisenin yemekhanesi olduğu söylenen bölümün duvarına yapmış.
Giriş: 15€
Basilica di Sant’Ambrogio:
Son Akşam Yemeği’nin gördükten sonra, yol üstü durağı olarak uğrayabileceğiniz Sant’Ambrogio Bazilikası, avlusu ile dikkat çekiyor. Roma inançlarına geri dönmeyen Hristiyanların idam edildikleri yerde 379 yılında yapıldığında adı Şehitler Bazilikasıymış. Bazilikanın içini çok sade bulabilirsiniz ancak San Vittore in Ciel d’Oro (altın kubbeyi) incelemeyi atlamayın.
Colonne di San Lorenzo – Porta Ticinese:
Milano’da keyifle yürüdüğüm caddelerden biri San Lorenzo Bazilikası’nın önünde bulunan antik Roma harabesi diyebileceğimiz San Lorenzo kolonlarından Porta Ticinese’ye uzanan yol olmuştur. Bazilikanın önündeki kolonlar bu bölgeye tuhaf bir güzellik katmış. 1935 yılına kadar Bazilika ile kolonlar arasındaki alan eski evlerle doluymuş. Hatta neredeyse bazilikanın tüm çevresi bu evlerle sarılı durumdaymış. Şehrin bu dokusu korunmak istense de kolonları öne çıkarmak için bu evler yıkılmış. Kolonların önünden yürümeye devam ettiğinizde Porta Ticinese’ye, Porta Ticinese’den de Navgili’ye ulaşacaksınız.
Navigli:
Milano’da bir akşam üstü, aperativo saatini nerede karşılayalım sorusuna, Navigli diye haykıran sesler korosuna ben de ekleniyorum. Navigli, geçmişi orta çağa kadar uzanan birbirine bağlı hem insan ve mal taşımacılığı hem de sulama için yapılmış bir kanal sistemi. Biz Navgili dediğimizde Navigli Grande’yi kastediyoruz. Aslında beş kanal var. Bahar ve yaz aylarında tadı başka, barların, tasarım dükkanlarının, sanat galerilerinin olduğu bol turistli bol lokalli bir Milano bölgesi. Genellikle gezmeye direk Navigli Grande ile başlıyoruz ancak Darsena kıyısında da yürüyüş ve ara sokak keşfi yapabilirsiniz. Bu bölge aynı zamanda Porta Genova olarak geçiyor. Merkeze dönüş için de Porta Genova’dan metroya binebilirsiniz.
Navigli’de, antropoloji ve çağdaş sanat müzesi MUDEC’i ziyaret edebilirsiniz. Eğer sizin Navigli gününüz ayın son pazarına denk geliyorsa, antika pazarını da gezebilirsiniz. İşin özü, Navigli pek keyifli bir yer.
Brera:
Navigli’nin atmosferinden Brera’nın atmosferine bir metro ile bağlanıp, Milano’nun bohem burjuva semti Brera’yı keşfetmek de başka bir keyif. Brera sokaklarında vakit geçirdikçe fark edeceğiniz bohem havası İkinci Dünya Savaşı sonrasında şekillenmeye başlamış. Ne alaka demeyin ancak Brera bir zamanların balıkçı semtiyken şimdi Milano’nun en burjuva semti sayılabilir. Milano’yu renksiz bulanlar, Brera’nın balkonlarından skulentlerin sarktığı, renkli cepheleri görünce fikirlerini biraz değiştirebilirler. 1960’lardan itibaren sanatçıların ve tasarımcıların odağına girmiş. Bölgedeki Güzel Sanatlar Fakültesi ve Müzesi, akademisyenleri ve öğrencileri de bölgeye yöneltmiş.
Napolyon’un İtalya kralı olduğu zaman, burası Paris’in Louvreé’u olacak dediği Pinacoteca di Brera kesinlikle görmeye değer. Müze konusunda seçim yapmak zorunda olanlar, Pinacoteca di Brera’yı lütfen elemeyin.
Giriş ücreti: 15€
Milano Üniversitesi’nin bir parçası olan Brera Botanik Bahçesi’ni de gezebilirsiniz. Bölgeyi keşfederken yürüyüş rotanızı Via Brera, Via San Marco ve Piazza del Carmine’den geçirirseniz, Brera’nın ana hatlarını kaçırma şansınız yok. Milano’da kiliselere giriş ücretsiz. Chiesa di San Marco ve Chiesa di Santa Maria del Carmine’de yol üstünde göreceğiniz iki kilise. Buradan yolunuzu Parco Sempione ve Castello Sforzesco’ ya çevirebilirsiniz.
Parco Sempione, Castello Sforzesco, Arco della Pace:
Bahar ya da yaz aylarında Milano’ya gidecekler için çok daha anlamlı olabilecek bir yer Sempione Parkı. Sforzesco Kalesi’nden giriş yaparak, parkın içindeki müzeleri gezmek bir alternatif. Müzeleri liste dışı bırakıp parkın tadını çıkarmak diğer alternatif. Kalbim ikinci alternatiften yana. Burada gezebileceğiniz yerlerden biri Akvaryum diğeri de Triennale di Milano.
Chinatown:
Alternatif bir Milano arayanlar için en uygun adreslerden biri Avrupa’nın ikinci büyük, İtalya’nın da en eski ve en büyük Çin Mahallesi. Çin’in çoğunlukla Zhejian Bölgesi’nden 1920’lerde başlayan göç hareketiyle Milano’da köklü bir Çin topluluğu oluşmuş. Genellikle tekstil ve deri atölyelerinde çalışan göçmenler, bugün Milano’ya, sokakları kuaförler, butikler hem yerel hem dünya mutfağı sunan restoranlarla dolu capcanlı bir mahalle kazandırmışlar. Via Paola Sarpi, mahallenin en hareketli caddesi. Araç trafiğine kapalı bu caddede türlü türlü dükkân gezebilirsiniz. Asya marketlerinden alışveriş yapmayı sevenler Kathay Food’a uğrayıp Asya mutfağını eve taşımak için gerekli malzemeleri toplayabilir. Via Sarpi dışında, Via Bramonte, Via Giovanni Battista Nicchini, Via Aleardo Aleardi de mahallenin hareketli noktaları arasında. Çin takvimine göre yeni yıl şubat ayında kutlanıyor. Bu tarihlerde mahalledeki yeni yıl coşkusuna tanıklık edebilirsiniz.
Cimitero Monumentale:
Chinatown’a ayıracak vaktiniz varsa çok kısa bir yürüyüşle açık hava müzesi tadındaki mezarlığa da ayıracak vaktiniz vardır diye umut ediyorum. 1866’da açılan bu mezarlık, sanki dönemin ünlü sanatçılarının koleksiyonlarını bir araya getiren heykel müzesi gibi. İtalya’nın dünya markası olmuş içkisi Campari’nin yaratıcısı Campari Ailesi’nin mezarı da burada.
Mezarlık, pazartesi günleri kapalı. Diğer günler 08:00 ile 18:00 arası ziyaret edilebilir.
Porta Venezia:
Milano’nun herkesi mutlu edecek bir şeyler sunan bölgesi Porta Venezia. Art nouveau binaları, sanat müzeleri, kocaman parkları, nitelikli kahvecileri, aperativo için güzel barları ve zincir mağazaların vitrinleri arasında gezeceğiniz alışveriş caddesi ile Porta Venezia, şehrin “cool” bölgelerinden biri.
Çocukla seyahat edenler, Porta Venezia keşfine Museo Civico di Storia Naturale di Milano (Doğa Tarih Müzesi) ile başlayabilir. Müzenin açıldığı kocaman park Giardini Pubblici Indro Montanelli, yazın şehrin keyifli noktalarından birine dönüşebilir.
Aynı noktada, Galleria d’Arte Moderna ile de Porta Venezia turunuza başlayabilirsiniz. On sekizinci yüzyıldan yirminci yüzyıla uzanan çoğunluğu İtalyan ve Avrupalı sanatçıların eserlerinden oluşan bir koleksiyon gezeceksiniz. Giriş ücreti: 5€, pazartesi günleri kapalı.
Müzeleri pas geçip müzelik dış cepheleri olan art nouveau binaların izinden gitmek de diğer seçenek. Buraya birkaç adres bırakıyorum. Daha fazlası sizin dikkatli gözlerinize kalmış.
- Casa Galimberti
- Casa Campanini
- Cassa Berri- Meregalli
- Casa Guazzoni
Alışveriş sevenler için de haritada işaretlenmesi gereken adres Corso Buenos Aires.
Fondazione Prada:
Prada Vakfı’nın, 1910’lu yıllardan kalma eski bir damıtımevini kocaman bir sergi alanına dönüştürmesi, sizi merkezden çıkartmaya, metroya bindirmeye ve birazcık yürütmeye hemen ikna edecek. Tabi çağdaş sanat seviyorsanız. Süreli ve süresiz, geniş bir koleksiyonu olan eski damıtımevinde zaman nasıl geçiyor anlamıyorsunuz. Ünlü yönetmen Wes Anderson’un tasarladığı Bar Luce’de tatlı-kave ikilisi de kaçınılmaz gibi görünüyor. 1950’ler ve 1960’ların İtalyan estetiğini yansıtan bu kafede ne kadar popüler olursa olsun uğramaya değer.
Giriş:15€
Son söz;
Söylenenlerin aksine, benim not defterim Milano’ya gitmeden hayli dolmuştu. Milano’dan döndükten sonra ise not defterim bir seyahat daha planlamak üzere yeniden doldu bile. Bu şehirde yapılacak bir şey yok diyenlere aldanmayın ve Milano’nun tadını çıkarmaya bakın.
Keyifli seyahatler