Berlin’e gideceksiniz. Günleriniz sayılı. Keşke sonsuz zaman olsa ama öyle olmuyor. Berlin gezilecek yerler diye aramaya başlıyorsunuz önünüze onlarca yer, onlarca aktivite çıkıyor. Liste uzadıkça uzuyor. Kendi Berlin gezi rehberinizi oluşturmaya çalışıyorsunuz, yine onlarca açık kalıyor. Tam da bu noktada kendinize yüklenmekten vazgeçin ve kendinize nasıl bir Berlin görmek istediğinizi sorun. Çünkü Berlin’de görülecek onlarca yerin hepsini bir hafta sonu seyahatine sığdırmak mümkün değil. Bu sebeple, biraz gerçekçi olma vaktidir. O listeleri hazırlayanlar, Berlin’e muhtemelen birden çok kez gittiler. Biz de iki gece üç gün olarak Berlin’i birden fazla ziyaret etme şansı bulduk ve hala listemizde onlarca açık var. Berlin’de tarihe, sanata, eğlenceye, nitelikli kahveye, dünya mutfağına, bit pazarına, griye, yeşile doyacaksınız. Yakın tarihin en sembolik olaylarını şehrin her tarafı yüzünüze çarparken, köşeyi döndüğünüzde güzel bir kahveciyle karşılaşıp gün içindeki bilmem kaçıncı kahveyi içmeye karşı koyamayacaksınız. Şehrin bir bölümü tarihinden mütevellit buram buram doğu bloğu kokarken bir anda klasik Avrupa mimarisinin içine düşeceksiniz. Berlin böyle bir şehir. Özetle Berlin, Almanya’nın birçok şehrinden daha farklı, çok katmanlı. Hem Almanya hem değil.
Bu yazıyı Berlin’e ilk defa gidecekler için hazırlamaya çalıştık. Çünkü Berlin gezi rehberi oluşturmak birçok alt başlık açmak demek. Hedefimiz iki gece üç günlük bir ziyarette doğru bir planlama ile nereleri görebileceğinizin bir şemasını çıkarmak.
Muhtemelen dört mevsimin de yakıştığı şehirlerden biridir Berlin. Şehrin grisinin içine yerleşen kocaman yeşil parkları, bira bahçeleri, bit pazarları yazın bambaşka bir hal alırken, kışın Berlin’e yerleşen soğuk, erkenden kararan hava biraz iç karartıcı olsa da o kocaman ve çok güzel müzelerine girdiğiniz zaman soğuk havayı unutmuş olacaksınız. Hele bir aralık ayında şehirdeyseniz, müzelerden çıkıp akşam Noel pazarlarının büyülü atmosferinde içiniz ısınacak. Yani yaz, kış size iki farklı atmosfer sunacak bir şehirdeyiz.
Berlin, konaklama hususunda kafayı yorduğumuz şehirlerden biri. Çünkü büyük bir şehir ve nerede kalırsanız kalın metro kullanmak zorundasınız. Bu sebeple tavsiyemiz konaklayacağınız yerin yakınında bir metro durağı olması ve mümkünse bu metro durağının aktarma merkezlerine bağlanan bir hat olması. Konaklama ayarlarken konuma Mitte yazarsanız işiniz biraz daha kolaylaşacak. Mitte bile yeterince geniş bir alan. Berlin’de konakladığımız adresleri buradan ve buradan görebilirsiniz.
Berlin’de şehir içi ulaşım için kesinlikle metro kartı almanızı tavsiye ediyoruz. Kalacağınız gün sayısı kadar Berlin Welcome Card seçeneklerine bakabilirsiniz. Kartınızı alırken havaalanını kapsayan seçeneği tercih edebilirsiniz. Berlin Welcome Kartı havaalanından alabileceğiniz gibi gitmeden internet üzerinden de satın alabilirsiniz. Havaalanında trene ilk binişinizde kartınızı makinalara okutmayı unutmayın. Bir kere okuttuğunuz zaman seyahatiniz boyunca çantanızdan çıkarmanıza gerek kalmayacak.
Berlin Brandenbourg Havalimanı’ndan şehir merkezine ulaşım için Terminal 1-2’den çıkış yapıp alt kata indiğinizde RB14 nolu trenin kalktığı perona gitmeniz gerekiyor. Otelinizin konumuna göre Alexanderplatz ya da Friedrichstrase duraklarından birinde indiğinizde metro hattına aktarma yapıp kolaylıkla gideceğiniz noktaya ulaşabilirsiniz.
Berlin’inde yeraltı ulaşımı hakkında da küçük bir bilgi verelim. Tabelalardaki S’ler U’lar Bahn’lar kafa karıştırmasın.
- S-Bahn: Şehir içi tren, metrodan bir farkı yok sadece biraz daha uzun bir hat. Berlin de birçok büyük Avrupa şehri gibi bölgelere ayrılmış. S-Bahn’lar, metronun gitmediği bölgelere giden hatlar. Tek kullanımlık metro bileti alıp bir S-Bahn’a bittiğinizde biletinizin gideceğiniz bölgeyi kapsadığından emin olun. Olur da bir kontrole denk gelirseniz, alman disiplinini kanlı canlı görmek istemezsiniz. Welcome kart bu yüzden de avantajlı. Havaalanı ve Potsdam gibi bölgeleri de kapsayan kart aldığınızda kafanız rahat olacaktır. Ancak sınırlı günüm var zaten buralara gitmeyeceğim derseniz, havaalanı için tek kullanımlık bilet alıp, welcome kartınızı sadece şehir için de geçerli olacak şekilde alabilirsiniz.
- U-Bahn: Metro hattı. Duraklarda metro bileti alabileceğiniz gişe veya makinalar bulabilirsiniz. Her seferinde bilet alacaksanız biletinizi makinalara okutmayı unutmayın ve aktarma yaparken biletinizi atmayın. Hiç denk gelmedik ama olur ya bir kontrole siz denk gelirsiniz belki.
- RE-RB: Bunlar da sadece Friedrichstr, Alexanderplatz gibi ana duraklarda duran bölgesel trenler. Sadece havaalanı için RB 14 ile bir temasınız olacak.
Her ayın ilk pazar günü bazı müzelere giriş ücretsiz. Ancak internetten rezervasyon yapmanız gerekiyor. Bazı galerilerde, ücretsiz gezebileceğiniz sergilere denk gelme olasılığınız çok yüksek. Gitmeden, listenizde olan yerler için bu küçük kontrolleri ve rezervasyonları yapmayı unutmayın. Tabi ki pandemi şartlarında her gün güncellenen bir döneme girdiğimiz için, anlık kontroller çok önemli.
Berlin’in her köşesine ulaşmak istesek, günler değil haftalara ihtiyacımız olabilir. O nedenle bu yazıda Berlin’in en bilindik yüzünü sizinle paylaşmak istiyoruz. Brandenbourg Kapısı’nın önünde selfie çekmek, müzeler adasında Berlin’in en güzel ve klasik müzelerini gezmek, özellikle Türkler açısından ünü Berlin’i aşmış Kreuzberg’in içine dalmak, yakın tarihin en popüler yüzü, Berlin duvarının en bilindik noktalarında gezmek ilk defa Berlin’i ziyaret edecekseniz, seyahatinizin odak noktasında olacak.
Berlin’i semtlere ayıracak olursak Mitte, Friedrichshain-Kreuzberg, Neukölln, Schöneberg-Tempelhof, Charlottenburg-Wilmersdorf, Pankow, Spandou, Reinickendorf ve Treptow-Köpenick. Şimdilik sadece iki tanesine odaklanacağız. Mitte, Friedrichshain-Kreuzberg ikilisini aklımızda tutuyoruz, Neukölln, Charlottenburg ve Schöneberg’i de destek kuvvet olarak yedeğe alıyoruz. Kalan yerleri de Berlin uzmanlık sınavına kadar rafa kaldırıyoruz. Tekrar hatırlatalım, bu yazı Berlin’le ilk kez tanışacaklar ve sınırlı vakti olanlar için hazırlandı.
Mitte: Berlin’e dair ilk aklınıza gelen her ne ise, eminiz ki Mitte’dedir. Çünkü Mitte, şehrin merkezi ve neredeyse şehre dair tüm sembolik noktalar burada. Hal böyle olunca Mitte’yi de kendi içinde bölgelere ayırdık.
Brandenburg Kapısı/ Reichstag / Holocaust Memorial:
Bu üç turistik nokta birbirine oldukça yakın olduğu için birini görmeye gitmişken diğerlerini pas geçmeniz neredeyse imkansız. Brandenburg Kapısı Soğuk Savaş döneminde Doğu tarafında kalırken Reichstag Batı Berlin’de kalmış. Ne kadar yakın olduklarını görünce duvar meselesinin değiştirdiği düzen daha da çarpıcı hale geliyor. Kapının üzerinde Quadriga denilen dört atın çektiği bir araba var. 1800’lerde Napolyon Prusya’yı bir savaşta yenince bu at arabasını Paris’e götürmüş ancak daha sonra başka bir savaşta Prusya Fransa’yı yenince at arabası evine geri dönmüş. Kapının bulunduğu Parizer Platz’da bir gösteri ile karşılaşmanız çok olası. Herhangi bir eylem için Berlinlilerin toplanma noktası olarak da biliniyor.
Parizer Platz’dan da görebileceğiniz Reichstag 1991 yılında Alman parlamento binası olarak kullanılmaya başlanmış. Mimari güzelliğinin yanı sıra ziyaretçilerin en çok ilgisini çeken yanı cam kubbesi. Elbet kulağınıza Reichstag yangını diye bir olay çalınmıştır. 1933 yılında çıkan yangından sonra, ikinci dünya savaşında da alınan hasarlar eklenince bina 1960’lara kadar kullanılmamış. Daha sonra özel etkinlik ve sergiler için kullanılmaya başlanmış.
Yolunuz Berlin’e bir bahar ya da yaz ayı düşerse Reichtag’ın çimlerinde bir kahve molası ya da kocaman bir park olan Tiergarten’da bir yürüyüşü de programınıza dahil etmenizi öneririz.
Holocaust Memorial: İkinci Dünya Savaşı’nda katledilen Yahudilere adanmış bu anıt mezar, şehrin göbeğinde on dokuz bin metrekare alana yayılmış 2711 adet beton bloklardan oluşuyor. 2005 yılından beri ziyarete açık. Farklı boyutlardaki beton bloklar, oldukça rahatsız edici ve iç karartıcı. Tam da olması gerektiği gibi.
Müzeler Adası ve Alexanderplatz rotasına yönelmeden önce araya çok da vaktinizi almayacak ama Berlin’e gelmişken görmedik demeyin dediğimiz iki nokta daha ekleyelim. Holocousat Memorial’dan yolunuzu biraz uzatarak Postdamer Platz’a bir göz atabilirsiniz. Burası duvarın yıkılmasıyla kentsel dönüşümün etkisiyle yeniden hayat bulmuş. Gökdelenler ve alışveriş merkezlerinin yoğun olduğu bölge, şubat ayında gerçekleşen Berlin Film Festivali’ne de ev sahipliği yapıyor. Kışın meydana kurulan, “Winter Wonderland” de hem Noel pazarı hem buz pisti hem de curling gibi kış aktiviteleri bulabilirsiniz. Sözü fazla uzattık, ilk kez gidecekseniz bir uğrayın dediğimiz iki nokta: Checkpoint Charlie ve Gendarmenmarkt.
Checkpoint Charlie, 1960 – 1990 yılları arasında Doğu-Batı geçiş noktalarından üçüncüsü. Yine bir soğuk savaş kalıntısı diyebiliriz. Gendarmenmarkt ise bir anda sizi klasik bir Avrupa şehrinde hissettirecek meydanlardan biri. Berlin Konzerthaus, Fransız ve Alman Katedrali’nin birbirini selamladığı meydan ikinci dünya savaşında ağır hasar aldığı için buradaki yapılar orijinaline göre restore edilmiş.
Müzeler Adası / Berliner Dom/ Humboldt Forum:
‘Zaman olsa da müzelerin hepsini gezebilsek’ dedirtecek beş tane çok güzel müzeden oluşan ada doğu ile batının kavuşmasından sonra tasarlanmış. Müzelerin içeriği ilginizi çekmese dahi – elbet içlerinden biri ilginizi çekecektir- bu müzelerden en az birini gezmek Berlin’de yapmadan dönmeyin dediğimiz aktivitelerden biri. Altes Museum, Neus Museum, Alle Nationalgalerie, Bode Museum ve Pergamonmuseum, hepsini birden gezecek kadar şanslıysanız bir gününüzü buraya ayırmalısınız. Müzelere giriş hususuna gelirsek, Welcome Card’ın müzelere girişi de kapsayan versiyonunu alabilirsiniz. Pandemi koşullarında müzelere giriş için biletiniz olsa dahi online rezervasyon yapmanız gerekiyor. Gitmeden bilgileri güncellemekte fayda var. Malum salgın hergün herşeyi değiştirebiliyor.
Birçok turist için müzeler adasının gözdesi Berlin Katedrali. İki gece üç gün için ise müzelerin yeri ayrı. Bu gözdeye dönecek olursak, aslında burası bir katedral değil. Kaynaklara göre içerisinde hiçbir zaman psikopos yaşamadığı için aslında gerçek bir katedral statüsünde değilmiş. Böyle bir koşulun varlığından haberdar bile değilken ziyaret vesilesiyle bu detayı da öğrenmiş olduk. Hıristiyanlık alemi için konu nedir ne değildir bilemiyoruz ama bizim için ve bizim gibi birçok turist için bu kocaman, görkemli bina Berlin Katedrali ve müzeler adasının tam ortasında tüm heybetiyle orada duruyor. Katedrale giriş ücretsiz ancak çan kulesine çıkmak isterseniz 7.00€ vermeye ve dört yüz küsür basamak çıkmaya hazır olun. Berlin, gördüğümüz şehirler içinde tepeden bakmayı sevdiğimiz şehirlerden biri olmadı maalesef. Ancak aklımda kalmasın, turistliğimin hakkını vereyim derseniz, sizi merdivenlere alalım.
Humboldt Forum: Ve Berlin’in en yenisi, klasik Avrupa müzelerinin içinde kendine yer bulmuş bir kültür merkezi. Sadece sergiler için değil, yeme-içme molası için de buraya uğrayabilirsiniz. Eş zamanlı birçok sergi olduğu için, her bir sergi için giriş ücreti değişiyor. Ücretsiz gezebileceğiniz sergiler olduğunu da hatırlatalım. Ziyaret öncesi internet sitesinden güncel sergileri ve ücretleri öğrenebilirsiniz.
Hackescher Markt / Rote Rathaus / Nikolaiviertel / Alexanderplatz:
Müzeleri geride bıraktıktan sonra Berlin’in bizce en kaotik yeri Alexanderplatz’a geçmeden önce eski bir Yahudi Mahallesi olan Hackescher Markt’a uğrayabilirsiniz. 1700’lere kadar Berlin’in sınırları içinde dahi olmayan bu mahallede 1700’lerden sonra yerleşim başlamış ve takip eden yıllarda Yahudi nüfusunun ağırlıklı olduğu bir mahalleye dönüşmüş. Şimdilerde yolumuzun düşmesinin sebebi hem gece hayatıyla hem alışveriş hem de çevresinde birçok nitelikli kahveci ve yeme-içme mekanının olması. Bölgenin en ünlüsü Hackesche Höfe. Art Nouveau stili dış cephesiyle kendisini belli ediyor. Hackesche Markt’ın olduğu bölge eskiden, yangın riski nedeniyle şehir merkezinde depolanamayan samanların saklandığı bir yermiş. Bir nevi ahır dersek yanlış olmaz. Gelin görün ki o eski ahır şimdi hem turistlerin hem lokallerin yolunu düşürdüğü yerlerden biri.
Rotes Rathaus: Görünce adının hakkını verdiğini anlayacağınız ismini cephesindeki kızıl kiremitlerden alan Alexanderplatz yakınlarındaki belediye binası, Berlin’in estetik olarak da çok da çekici olmayan Alexanderplatz Bölgesi’nde güzel bir renk. Noel zamanı buralardaysanız Rote Rathaus Noel pazarını gezmeyi pas geçmeyin. Berlin’deki en keyifli pazarlardan bir tanesi.
Alexanderplatz’ın kaotik metropol esintilerini arkada bırakıp biraz daha orta çağ kasabası tadında bir yerler görmek için Nikolaiviertel doğru adres. Çok da yol almanıza gerek yok. Kendini Alexanderplatz’ın içine saklamış. Orta çağ görüntüsü dediysek, bu görüntü sizi yanıltmasın. Çünkü buradaki evler tamamen ikinci dünya savaşından sonra yapılmış. Tabi ki mahalle, Berlin’in en eski yerleşim yerlerinden biri. Hikayesi orta çağdan da eskiye dayanıyor. Spree Nehri’nin yanı başındaki konumu 1200lü yıllarda ticaret yollarının merkezi haline dönüştürmüş ve tüccarlar buraya yerleşmeye başlamış. Ancak savaşla bu bölgede yerle bir olmuş. Burada St. Nicholas Kilisesi’ni gezebilirsiniz.
Kreuzberg / East Side Gallery: Namı Berlin’i aşmış Kreuzberg ve Berlin’in ikonik görsellerinin yer aldığı East Side Gallery aynı rotada birleştirmenizi öneriyoruz. Çok kalabalık olmadan East Side Gallery’de olmak, fotoğraf çektirmek için bekleyen kalabalıkta sizi biraz öne geçirecektir. Burayı öne çıkaran özellik duvardan kalan 1,3 km parçaya, duvarın yıkılışından sonra yirmi bir farklı ülkeden sanatçının duvar üstüne yaptığı resimlerin sergileniyor oluşu. Tabi ki bu eserler, duvarın yıkılışı, soğuk savaşın sonra erişi temasında bolca kritisizm barındırıyor. Bugün fotoğrafını çektiğimiz resimlerin çoğu da 2009 yılında yenilenmiş.
East Side Gallery’e giderken metronun Schlesishes Tor durağında inerseniz yürüyüş boyunca gözlerinizi yukarda tutun. Çünkü Berlin’in çok güzel sokak sanatına bu bölgedeki binaların cephelerinde de rastlayacaksınız. Bu yürüyüş, aynı zamanda sizi Berlin’in en meşhur köprüsü Oberbaumbrücke üzerinden geçirecek. Bir dönemin kontrol noktalarından biri olan simge köprüyü fotoğraflamak için de elverişli yerlerden bir tanesi.
Kreuzberg ise kendi başına bambaşka bir dünya. Tam bir alt kültür merkezi. Hem gerçekten küçük İstanbul hem de bir eritme potası. Almanya’ya göçün tarihini, bu süreçle ortaya çıkan kültürel uyumu ya da kültürel direnişi ve yahut arada kalmışlığı en yakından gözlemleyebileceğimiz bir merkez. “Gurbetçi” kavramı üzerine inşa edilen kimliklerin ortaya yer Kreuzberg. Tam da bu sebeple sosyal bilimciler için bence çok değerli bir saha. Kreuzberg başlı başına apayrı bir yazıyı hakkediyor.
2006’da yapılan bir araştırmaya göre Kreuzberg’te yaşayan nüfusun %31’inde Alman vatandaşlığı yokmuş. Benim gözümde ise Kreuzberg’i göç hususunda Avrupa’daki diğer semtlerden bir adım öteye taşıyan nokta, şehrin tam göbeğinde yer alması. Mevzubahis şehrin periferisinde kalmış bir mahalle değil. Berlin’in merkezinde gerçekten küçük İstanbul sizi bekliyor. Biz ise işin turistik tarafıyla ilgileniyoruz. Kottbusser Tor istasyonundan geçen herhangi bir hat sizi tam olarak Küçük İstanbul’un merkezine bırakacaktır. Berlin’e geldim Türk mahallesi gezip, Türk lezzetleri mi tadacağım diye düşünmeyin. Bu düşünce sizi yiyeceğiniz en lezzetli dönerlerden alıkoyacaktır.
Kreuzberg kocaman bir semt. Her bir köşesinde Samsun Pide, Gaziantep baklava, Adana kebap göreceğiniz, çay ocakları ya da nargile salonlarına denk geleceğiniz gibi bir imaj oluşturmayalım. Kreuzberg, Landwehrkanal ile ikiye ayrılmış desek yanlış olmaz. Kanalın bir tarafı KONİG Galerie, Berliniche Galerie, Yahudi Müzesi gibi alternatifler sunarken, diğer tarafta Bergmankiez bölgesindeki ikinci el mağazalar, nitelikli kahveciler ve restoranlar, Victoria Park ile biraz daha bahar aylarına uygun seçenekler sunuyor.
Kreuzberg’in derinlikleri ilk kez Berlin’e gidiyorsanız öncelikleriniz arasında olmayabilir. Neukolln, Schöneberg, Prenzlauerberg gibi daha lokal duraklar belki bir sonraki Berlin ziyaretinizde tanışacağınız adreslerdir. O yüzden bu duraklara bu yazıda uğramadık. Ancak Berlin’le ilk tanışma için yine de elimizde onlarca malzeme var. O halde tadını çıkaralım!
Herkese keyifli seyahatler!