Lizbon Gezi Rehberi: Lizbon Gezilecek Yerler, Bolca Lizbon Güzellemesi

Lizbon Gezi Rehberi: Lizbon Gezilecek Yerler, Bolca Lizbon Güzellemesi

Hareketin hiç bitmediği, her seferinde birazcık daha kalsaydık dedirten, eskiliğini koruyarak gelişen ve bu ikiliğin hiç eğreti durmadığı, hatta fazla yakıştığı bir şehir anlatacağım bu kez. Gezerken ne kadar keyif aldıysam Lizbon Gezi Rehberini oluştururken de bir hayli keyif aldığımın altını çiziyor ve Portekiz’in masalsı olmayan, ayakları gayet yere basan, biraz tanıdık bir hayli yabancı başkenti Lizbon’da gezilecek yerleri didik didik etmeye başlıyorum.

Lizbon’a birazcık tanıdık diyorum, çünkü yer yer sunduğu manzaralar İstanbul’dan hafızamda. Roma gibi yedi tepeli bir şehir. Yokuşu bol. Tejo Nehri’nin oluşturduğu bir haliç içinde. Deniz kenarında muhteşem günbatımları var. Ancak biz buna da alışkınız. Alışkın olmadığımız, bu tanıdık manzaraların kaostan uzak, eğlencesi bol, daha mutlu versiyonunun var olabilmesi. Sanıyorum, Lizbon’dan her ayrılışta aklımın neden bu şehirde kaldığını daha iyi anlıyorum. Yaşadığın şehrin daha mutlu daha refah bir versiyonuyla karşılaşma hissi aklımı çeliyor. Portekiz Avrupa’nın en zengin ülkesi değil hatta en altlarda ama Lizbon Avrupa’nın en güvenli şehirlerinden biri.

Hayli yabancı diyorum, neticede bambaşka bir kültür. Antik Roma’dan Endülüs dokunuşlarına, Napolyon’un işgaline kadar uzanan bir tarihi var. Coğrafi Keşifler olarak andığımız on beşinci ve on altıncı yüzyılda yapılan birçok keşfin çıkış limanı Lizbon. Bizim için en tanıdık olanı Vasco da Gama’nın Hindistan keşfi. Lizbon limanı ikinci dünya savaşında tarafsız limanlardan biri ve Amerika’ya göçlerin çoğunluğu da bu hat üzerinden gerçekleşmiş. Tarihe pek de azımsanmayacak dokunuşlar yapmış diyebiliriz.

San George Kalesi’nden Ticaret Meydanı

İşin eğlencelik kısmına geri dönecek olursak, yağmuru ne kadar sevsem de seyahatte yağmura yakalanmak çok can sıkıcı. Lizbon Avrupa’nın en sıcak başkentlerinden biri olsa da kışın yağmuru ve rüzgarı sinir bozucu boyutlara ulaşabiliyormuş. Bu sebeple yılın ortalama yüz günü yağmur alan şehre bahar aylarında gitmenizi tavsiye ederiz. Yazın da aşırı sıcaklar keyif kaçırabilir.

Baixia

Lizbon’da ulaşım: Eğer üç dört kişilik bir seyahat planlıyorsanız öncelikli tavsiyemiz Uber veya Bold uygulamasından faydalanmanız. Bu kalemi çok daha ekonomik şekilde halledebilirsiniz. Lizbon’un merkezinde çoğu yere yürüyerek gidebiliyorsunuz. Ancak yokuş çıkmanın yorucu olduğu noktalarda tramvay her zaman güzel bir alternatif. Herhangi bir metro durağından alacağınız bilet, otobüs ve  tramvayda geçerli. Tek kullanımlık kart 1.50€, kart ücreti de 0.50€. Daha sonra kartı istediğiniz kadar doldurabiliyorsunuz.

Lisboa Card: Lizbon’u didik didik etme niyetindeyseniz bu kart mantıklı bir seçenek. Ulaşımdan ücretsiz faydalanma (Sintra ve Cascais’e giden trenlerde de geçerli) ve birçok önemli müzede ücretsiz giriş imkanı sağlıyor. Genelde bu tarz kartların ücretsiz giriş imkanı verdiği müzeler listedeki ilk yerler olmaz. Ancak Lisboa Card bu konuda doğru tercihler yapmış. 24/48/72 saatlik seçenekleri var. Ücretleri ise: 21.00 / 35.00/ 44.00 €.

Havalimanı- Lizbon merkeze ulaşım için metro kullanabilirsiniz. Kırmızı hatta binip, otelinizin konumuna göre Alameda durağında aktarma yapabilirsiniz.

Lizbon’da konaklama için Baixa Bölgesi ilk filtreniz olabilir. Otel ve airbnb seçeneği çok fazla. Lizbon’da kaldığımız oteli buradan görebilirsiniz. Baixa dışında Chiado tarafları da oldukça merkezi. Bairro Alto, gece hayatının merkezi olduğu için canlılık konusunda hiç şüpheniz olmasın ancak gürültü hususunda soru işaretleri var.

Lizbon Gezilecek Yerler:

Baixa

Alfama (doğu) ve Bairro Alto (batı) arasında kalan bir vadi desek Baixa’yı doğru tanımlamış olabiliriz. Chiado, Rossio gibi bölgeleri de içine alan, 1755 depreminden sonra Marquis de Pombal’ın Pombaline tarzda yeniden yapılandırdığı bölge, Lizbon’un hem otantik hem de modern yüzünü görebileceğiniz merkezi.

  • Praça do Comercio: Tejo Nehri’nin kıyısındaki göz alabildiğince büyük meydan, gördüğüm en güzel meydanlardan biri. Tarihi detayları geçecek olursak, meydanın bugünkü görünümü 1755 Lizbon depreminden sonra ortaya çıkmış. On sekizinci yüzyılda Hindistan, Brezilya ve farklı coğrafyalardan seferden dönen kaptan ve tüccarların mallarını sattığı yer olarak da ün salmış. Nitekim meydanın yanı başındaki rıhtımı gördüğünüzde, şehre daha iyi bir giriş yapılamayacağını düşüneceksiniz. Meydanın ortasındaki King Joseph I heykelini ve Augusta Takı’nı geçerek Lizbon’un en turistik caddesi Rua Augusta’ya bağlanıyorsunuz.
  • Rua Augusta, oldukça turistik bir cadde. Restoranlar, kafeler aklınızı çelebilir. Ancak yeme-içme deneyimi için bu bölgeyi pas geçmek isteyebilirsiniz. Çünkü Lizbon, bu konuda da her geçen gün daha iyiye gidiyor. Standart bir turist menüsünü tercih etmek istemiyorsanız Rua Augusta’yı hızlıca geçebilirsiniz. Rua Augusta sizi Baixa’nın diğer büyük meydanlarından biri Rossio’ya kadar götürebilir. Tabi ki bu plan asla bu şekilde gerçekleşmiyor. Çünkü araya giren ilk durak Chiado.
Bordalo II murallerinden bir tanesi
  • Elevador de Santa Justa: Lizbon’da unutulmaması gereken bir detay var. Haritadaki 200-300 metreler sizi yanıltmasın. O metreler ki içerisindeki yokuşlarla nefesinizi kesebilir. Sanıyorum Santa Justa Asansörü de Baixa’dan Chiado’ya bağlanmak isteyenleri bu dertten kurtarmak için yapılmış. Asansör 1902’de çalışmaya başlamış. Aşağı giriş noktası Rua Augusto’da, yukarı girişi ise Carmo Kilisesi’nin yanında. Bu sebeple Carmo Lift olarak da biliniyor. Şu an o kadar popüler bir nokta ki asansörün zirvesine bir seyir terası da yapılmış. Eğer 24 saatlik ulaşım kartı aldıysanız asansörde de kullanabilirsiniz. Bu detay Glori, Bica ve Lavra fünikülerleri için de geçerli. Ancak yine de seyir terası için 1.50€ ödemeniz gerekiyor. İlla ki asansör deneyimi istiyorsanız, sabah 9.00 -10.30 ya da öğleden sonra 15.00 ve sonrasını tercih ederseniz uzun kuyrukları bir nebze eleyebilirsiniz. Aşağıdan yukarı çıkmak yerine yukarıdan aşağıya inerseniz de daha az bir kalabalıkla karşılaşacaksınız.

  • Largo do Carmo: 1755 yılındaki depremle çatısı yıkılan ve daha sonra tekrar yapılmayan bir orta çağ kilisesi ya da harabesi de diyebileceğimiz bir yapı ancak bu kadar etkileyici olabilir. Çatısı olmayan gotik kemerler çok ihtişamlı görünüyor. Hayli küçük müze kısmında kral mezarları ve mumyalar var. Depremde zarar görmeyen parçalar başka kilise ve müzelere taşınmış. Giriş ücreti 5.00€.

  • Rossio: Gerçek adı Dom Pedro IV Meydanı olan Rossio, Lizbon’un esas merkezi olarak kabul ediliyor. Ben yeterince ikna oldum. Herhangi bir gösteri, eylem vb bir girişim olduğunda toplaşma alanı genelde Rossio Meydanı oluyormuş. Bu örnek biz de Kazlıçeşme miting alanını çağrıştırabilir ancak bahsettiğimiz yer kesinlikle böyle değil.
  • Chiado: Rua Garrett caddesi üzerindeki butikleri ve hala işlemeye devam eden, bu özelliğiyle Guiness Rekorlar kitabına giren 1700’lerden kalma Bertrand Kitabevi, Portekiz edebiyatının en tanınmış simalarından Fernando Pessoa’nın heykelinin bulunduğu tarihi kafe A Brasileira ile Lizbon’un cıvıl cıvıl köşelerinden bir başkası da Chiado. Bölgedeki kitapçılar, tiyatrolar ve edebiyatçıların ziyaret ettiği kafeler sebebiyle Paris’in Montemarte Bölgesi’ne benzetiliyormuş. Fiziki bağlamda ben pek bir benzerlik kuramasam da bir bildikleri vardır diyorum. Özellikle akşamları sokak müzisyenlerinin mesken tuttuğu Luis de Camoes Meydanı, Bairo Alto’daki gece hayatını keşfetmek isteyenler için güzel bir geçiş noktası.
Luis de Camoes Meydanı

Bairro Alto: Lizbon’un dik yokuşları arasında, çamaşır asılı evler, kimi hiç de göze hitap etmeyen grafitilerle dolu sokaklar gündüz gezdiğinizde çok da bir anlam ifade etmeyebilir. Çünkü şehrin bu bölgesi gündüz inziva halindeyken, gece canlanıyor. Özellikle seyahatiniz yaz aylarına denk geliyorsa, şehri bir de gece deneyimleyebilirsiniz. Lizbon’un Avrupa’nın en güvenli şehirlerinden biri olduğunun da tekrar altını çizelim. Bairro Alto’nun sınırları da nerede başlar nerede biter biraz belirsiz. Rua da Misericardio üzerinde yürümeye ya da tırmanmaya devam ederseniz Lizbon’un meşhur fünikülerlerinden biri Elevador da Gloria’ya ulaşırsınız. Lizbon görsellerinde sıkça gördüğümüz dimdik yokuşun ortasından geçen sarı bir Lizbon finükileri. İşte fotoğrafın içindesiniz! Buraya kadar çıktıysanız Miradouro de Sao Pedro Alcantara’daki seyir terasında soluklanabilirsiniz.

Lizbon’da üç tane finükiler var. Bairro Alto’nun dik yokuşlarını sonun kadar tırmanmak istemezseniz, Baixa’da Rua de Sao Paulo sokağındaki Elevador Bica da size istediğiniz görseli verecek.

Elevador de Bica

Cais de Sodre: Yine bir kentsel dönüşüm hikayesinin merkezindeyiz. Bir zamanlar sadece liman işçilerinin çalıştığı, biraz tekinsiz ve terk edilmiş olan bölge geçirdiği dönüşümle lokallerin ve turistlerin popüler noktalarından olmuş. Tejo nehri boyunca kafe, bar ve restoranlarla dolu Cais de Sodre gündüz freelance çalışanların, geceye Bairro Alto’da başlayıp oradaki barların kapanmasının ardından partiye devam edenlerin mekanı. Time Out Portugal ekibinin projesiyle hayata geçen, hayli kaliteli kafe ve restoranları bir çatıda toplayan food court Time Out Market ve gündelik Lizbon curcunasını hissedeceğiniz Mercado da Riberia, Cais de Sodre’de görmek isteyebileceğiniz yerlerden iki tanesi. Timeout Market’in bulunduğu cadde Avenida 24 de Julia’da Portekizli sokak sanatçısı Bordalo’nun bir murali var.

Cais de Sodre Bölgesi’nin dönüşümü Lizbon’a çok popüler bir başka adres daha kazandırmış. Resmi adı Rua Nova do Carvalho olan Pink Street, 2013 yılından önce bölgenin kalanı gibi denizcilerin, suçluların ve kadın ticaretinin buluştuğu noktayken, sonrasında bu profil değişerek gece hayatının en gözde noktasına dönüşmüş. Barların arasındaki yaya yolunun pembeye boyanmasıyla da adı “Pink Street” olarak kalmış. Bazı barlarda dekoratif balıkçı ağları görmemizin sebebi, sokağın geçmişini unutmamak olsa gerek. Buradaki eğlencenin tam anlamıyla gün doğumuna kadar sürdüğü söyleniyor. Eğlence kısmına tanıklık edemedim ancak sabahın erken saatlerinde Pink Street’ten geçmiş biri olarak alkol kokusunun tüm sokağa yayıldığını doğrulayabilirim. Üstelik sokağın sabahki görüntüsü eğlencenin çok yeni bittiğini de kanıtlar nitelikte.

Pink Street

Castelo de Sao Jorge: Sizi aşağılardan alıp Lizbon’un tepelerine çıkartacak başka bir adres Lizbon Kalesi. Kaleye çıkış zahmetli ama tırmandığınız sokakların tatlığı bu tırmanışı dayanılabilir kılıyor. Ziyaret ettiğimiz kale, 1940’larda restore edilmiş. Kalen tarihinin MÖ 200’lü yıllara dayandığını öğrenince bunun çok normal olduğu anlaşılıyor. Kalenin geçmişi aynı zamanda hızlandırılmış bir Lizbon tarihi. Romalılar ve Vizigotlar arası çatışma, Araplarla Hristiyanlar arasında el değiştirme, Magribilerin işgali, sonrasında Portekiz Krallığı’nın merkezi olmuş.

Giriş ücreti: 10.00. Açık havada gün batımı için çok güzel manzaralar veriyor.

Sé de Lisboa: Lizbon’da birçok katedral var. Çünkü fazlasıyla Katolik bir ülkedeyiz. Bunların en görkemlisi ise kuşkusuz Sé. Katedral gezmeyi seviyorsanız, Sé’nin içine göz atabilirsiniz. Sé’nin arka tarafındaki manastırların eski bir cami üzerine inşa edildiği söyleniyor. Giriş ücreti: 5.00€.

Alfama: Tejo nehrinin kıyılarından Lizbon Kalesi’ne kadar uzanan, hayli dik yokuşlar, bolca merdiven içeren, gezmesi epey yorucu ama o eski dokusunun sindiği sokaklardan çokça keyif alacağınız, Avrupa’da çok da görmeye alışkın olmadığımız bir bölge Alfama. Arapça hamam anlamına gelen al-hamma kelimesinden türemiş, 1755 depreminde şehir yerle bir olurken çok az hasar almış adeta bozulmamaya inat etmiş bir yer gibi. Şehir İslami yönetim etkisindeyken, yaşam alanı neredeyse sadece Alfama merkezindeymiş. Baixa Bölgesi daha sonranın hikayesi.

Portas do Sol Meydanı

Alfama Bölgesi’nin demirbaşları San George Kalesi ve Se Katedrali olarak geçse de bölgeyi tam olarak gezmek istiyorsanız nehri hedef alıp daha aşağılara da inmelisiniz. Alfama, geçmişte çoğunlukla denizcilerin, liman işçilerinin ve gelir seviyesi daha düşük sınıfın ikamet ettiği bölge olarak biliniyor. Şu an Alfama’nın demografik yapısındaki durum ne yöndedir emin değilim ancak bölgenin çok turist çeken bir yer olduğu kesin.

Alfama’nın içlerine doğru ilerlemek için kale ve katedrali gezdikten sonra hedefinize Fado Müzesi’ni alabilirsiniz. Müzeyi gezmeseniz bile, konumu sebebiyle sizi Alfama’nın dar, dik, labirenti andıran sokaklarından geçirecektir. Buradan sonrası tamamen size kalmış, vaktim var biraz daha kaybolayım derseniz. Panteo Nacional’ e kadar yolunuzu uzatabilirsiniz. Rua de Sao Joao, Rua de Sao Miguel, Rua da Regueira’dan ve bu sokakların açıldığı minicik meydanlardan geçmenizi tavsiye ediyorum.

*Portas do Sol Caddesi üzerinde art arda iki tane seyir terası var. Mirodouro de Santa Luzi ve Portas do Sol Meydanı. Portas do Sol Meydanı’ndaki kioskun yanındaki merdivenlerin altında minik bir instagramlık nokta var.

*Rua Sao Tome üzerinde bahsettiğimiz sokak sanatçısı Bordalo’nun bir eserini görebilirsiniz. Yine Sao Tome otobüs durağının arkasına gizlenmiş mozaik kız görseli var.

*Vaktiniz sınırlıysa Alfama’yı ana hatları ile görmek için 12 ve 28 No’lu tramvaydan yararlanabilirsiniz.

Santos: Lizbon için sıkıştırılmış bir programınız yoksa araya Santos’u da eklemek hiç fena olmayacaktır. On sekizinci yüzyılda daha üst sınıf ve aristokrat ailelerin yaşadığı bölge, bugün barlar, restoranlar, nitelikli kahveciler ve tasarım butiklerin işgali altında. Yazarken fark ediyorum ki Lizbon’un birçok bölgesi bu saydığım unsurların etkisinde. Boşuna hareketin bitmediği şehir demiyoruz. Bölgede turistik aktivite olarak sayabileceğim tek eylem Ancient Art Museum’u gezmek olabilir. Daha ziyade kahvaltı ve kahveci keşifleri için güzel adres.

LX Factory: Lizbon bize dönüşüm hikayelerini sunmaktan vazgeçmiyor. Eski bir tekstil ve dokuma fabrikasıyken, şehrin sanayi bölgelerinden Alcantara’yı gezilecek yerler listemize yerleştirmeye başaran, üretim odaklı bir merkez haline gelmiş. Moda, tasarım, reklam, iletişim, sanat, müzik, mimarlık gibi yaratıcılık odaklı birçok alanda ofislerin, yerel ve dünya mutfağının bileşimini sunan restoranların bir arada olduğu, etkinliklerin gerçekleştiği bir kültür merkezi ve çalışma alanı işlevini üstlenmiş. Alcantara’nın endüstriyel arka planına ustalıkla yerleşmiş.

Ler Devagar, Lx Factory’nin en çok fotoğraflanan kitapçısı olabilir. Kitapçı, 1999’da Bairro Alto’da kurulmuş. Sadece kitap satışı değil, okuma, tartışma, buluşma noktası olarak da kabul görmüş. Daha sonra kapanma, taşınma ve son olarak LX’de ünü yerel sınırları aşan bir noktaya ulaşmış.

Ler Devegar

Belem:

Tüm detaylarıyla gezmek isterseniz bir gününüzü rahatlıkla doldurabilecek keşfetmesi güzel, müze, anıt ve saraya doyacağınız tatlı bir Lizbon bölgesi. Portekiz’in ünlü tatlısı nata’nın en lezzetlisini tadacağınız, coğrafi keşiflerin ve bir anlamıyla sömürgecilik tarihinin çıkış noktasını göreceğiniz nokta Belem.

Belem’e, Ticaret Meydanı’ndan geçen E15 No’lu tramvay ile ulaşabilirsiniz. Bir gününüzü Belem’e ayırmasanız bile, Lizbon’daki bir gününüzün ilk rotasına Belem’i yerleştirmekte fayda var. Özellikle Jeronimos Manastırı ve Belem Kulesi turistlerin en sevdiği iki nokta. Hal böyle olunca ne kadar geç giderseniz o kadar uzun kuyruklarla karşılaşacaksınız.  

Belem’de bizim radarımıza giren noktalar:

  • Kaşifler Anıtı / Padrao dos Descobrimentos: İşin gerçeği anıtları oldum olası sevmem. Benim için hep kötü bir detay gibi görünürler. Unutma ya da hatırla, gurur ya da utanç duy der gibi emrettiklerini düşünürüm hep. İyi ya da kötü anlamda bu diktenin beni rahatsız etmesinden de öte genelde estetikten yoksun bulurum. Kaşifler Anıtı, on beş ve on altıncı yüz yılda keşiflere öncülük eden Portekizli denizciler adına 1940 yılında yapılmış. En önde gördüğümüz kişi Dom Henrique. Kendisi aslında bir denizci olmamasına ve hiçbir sefere liderlik etmemesine rağmen, bu keşifleri finanse ettiği en önde yerini garantilemiş. Anıtın içini gezebilir, en üst katına çıkabilirsiniz. Çok hayran bırakan bir manzarası yok.
  • Belem Kulesi: Gözlem ve savunma kulesi olarak on altıncı yüzyılın başında yapılan kulenin, gördüğünüzde hissedeceğiniz Magribi tarzının sebebi mimarının Fas’ta da birçok kale tasarlamış olması. Vasco de Gama anısına yapıldığı, Jeronimos Manastırı’nı korumak için inşa edildiği de söyleniyor. İnşasının motivasyonu her ne idiyse, şu an Tejo Nehri’nin kıyısına çok yakıştığını düşünüyorum. Kalenin içini gezmek 10.00€. Denizcilik ve tarihe özel bir ilginiz yoksa, içi çok cezbetmeyebilir.
Belem Kulesi
  • Jeronimos Manastırı: Belem’de herşeyin Vasco de Gama ile ilgisi olduğunu düşündürecek çok detay var. Dış güzelliği kadar içindeki detayları da fazlasıyla etkileyici olan Jeronimos Manastırı’nın da Vasco de Gama’nın Hindistan seferinden dönüşü anısına yapıldığı söyleniyor. 1500’lü yıllarda yapımına başlanan manastır on yedinci yüzyılda ancak tamamlanabilmiş. Manastır, Vasco de Gama ve diğer denizcilerin sefere çıkmadan dua ettikleri başka bir şapelin üzerine yapılmış. Manastıra giriş 10.00€. Ancak manastırın yanında ücretsiz gezebileceğiniz Santa Maria de Belem Kilisesi’ne de uğramayı unutmayın.

Belem’in üç demirbaşını sıraladıktan sonra, aslında bu bölgenin tam bir müze bölgesi olduğunu tekrar hatırlatalım. Planınızı yapmadan önce bölgedeki diğer müzelere de göz atmak isterseniz listemize ekliyoruz.

  • MAAT : The Museum of Art, Architecture and Technology.
  • Centro Cultural de Belem
  • Museu Coleçao Berardo (Çağdaş Sanatlar Müzesi)

Belem’de görmeden dönmeyen listelerinin en başında karşınıza çıkacak Pasteis de Belem için de birkaç cümle kurmadan Lizbon notlarını sonlandırmayalım. Hikâyenin bize anlattığı, 1820 yılında gerçekleşen liberal devrim sonucu 1834 yılında Portekiz’deki bütün rahip ve rahibe manastırları kapatıldığı ve buradaki din görevlileri ve çalışanlar da işlerinden ayrılmak zorunda bırakıldığı. Bu süreçte 1837 yılında Jeronimos Manastırı’ndan biri elinde bir tarifle çıkagelerek dükkânda satmak üzere tatlı yapmayı teklif etmiş. İşte bugün yediğimiz ve gerçekten de tüm denediklerimiz arasında en iyisi olan o çıtır nataların 1837’deki o gizemli tarif olduğu anlatılıyor. Ne kadar efsane ne kadar gerçek bilinmez ama Pasteis de Belem’deki natalar bir başka lezzetli. Dükkânda tadına bakabileceğiniz başka birçok ürün de mevcut. Oturmak istemezseniz hızlıca natalarınızı alabileceğiniz take away kısmı da var. İşler bir hayli hızlı ilerliyor.

Lizbon’u bolca övdüğüme ve çok sevdiğimi defalarca yinelediğime göre, bendeki Lizbon izlenimlerini aktarmış bulunuyorum. Yakın zamanda yolu düşeceklere çok keyifli seyahatler diliyorum. En az bizim kadar eğlendiğiniz, ufkunuzu açan bir seyahat olması dileğiyle.

#ikigeceucgunn